Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
John Guy’ın ‘Queen of Scots: The True Life of Mary Stuart’ adlı kitabından Beau Willimon imzalı adaptasyonla perdeye taşınan film, özellikle ilk bölümünde seyircisini sarıp sarmalayan bir yapıya sahip. Öyküye asıl ruhunu veren unsur ise erkekler dünyasında ayakta kalmaya çalışan iki simgesel kadının bazen çatışan, bazen kesişen kaderleri. Ayrıca kimi Amerikalı eleştirmenlerin de vurguladığı gibi filmde #MeToo dönemi etkileri fazlasıyla hissediliyor. İzlerken tarihsel denklemleri, hiç bitmeyen iktidar hırslarını bize tekrar hatırlatan ve içinden geçtiğimiz tüm dönemlere de gölgesini aksettiren filmlerin kendine özgü çekicilikleri vardır. ‘İskoçya Kraliçesi Mary’ de bu türden bir yapım. Nihayetinde “Başlangıcım bitişimde saklıdır” sözüyle tarihe geçen Mary Stuart öyküsünü kaçırmayın derim. Bu arada filmin ‘Kostüm Tasarımı’yla ‘En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı’ dallarında Oscar’a aday olduğunu da hatırlatırım.
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Filmin Chris Dickens imzalı kurgusu dikkat çekici... Sadece akıcılığı ve ritim duygusu nedeniyle değil... Özellikle Mary ile Elizabeth'in İskoçya ve İngiltere'de yaşadıklarının, sanki her şey aynı mekânda oluyormuş hissini verecek basit kesmelerin kullanıldığı bir paralel kurguyla anlatılması, filmin feminist alt metnini daha çok öne çıkarıyor. Saoirse Ronan ve Margot Robbie'nin performanslarını da beğendim. Yönetmen Josie Rourke, filmin en kritik meselelerini oyunculuk sanatı üzerinden iletmeyi tercih etmiş. Her iki oyuncu da kendilerine açılan alanı değerlendirip, karakterlerini derinden kavrayıp duyarlı yorumlar getirmişler. “İskoçya Kraliçesi Mary”, özellikle iktidar temasını ele alış biçimi ve feminist alt metinleriyle sevdiğim bir film oldu. Tarihi dramları sevenlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim...
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Sabah
Yazar: Olkan Özyurt
Yönetmen Josie Rourke temel olarak iktidarın ve gücün insanı her şekilde zehirlediğini, insanın iktidarla olan sınavından normal çıkamayacağını savlıyor. Tarih belki Elizabeth'i kazanan Mary'i kaybeden olarak yazsa da Rourke'a göre ikisi de kaybeden. Çünkü kurallarını erkeklerin koyduğu iktidar mücadelesinin içinde buluyorlar kendilerini. Bu mücadelede bir noktadan sonra kadın dayanışması ilkesiyle farklılık getirmeye çalışsalar da güçleri yetmiyor. Çünkü etraflarındaki erkekler buna izin vermiyor. Dolayısıyla iki güçlü kadının değil aslında iki yalnız kadının hikayesini izliyoruz filmde. Bu noktada Rourke'un asıl hedefinin iktidarın erkeksi yapısı olduğunu anlıyoruz. Açıkçası ince ince işlenmiş bir senaryo ile Rourke, iki kadın arasındaki mücadele üzerinden iktidar, güç, erkek ilişkisini iyi anlatıyor. İktidar tutkusunun kadın erkek demeden insanı nasıl yozlaştırdığını da... Ama filmi farklı kılansa bu meseleye feminist yaklaşımla bakması. Zaten filmi benzerlerinden değerli kılan da bu yönü.
Eleştirinin tamamı için: Sabah
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Oyuncular Amerikan-İngiliz karışık olsalar da sonunda İngiliz oyun geleneği egemen oluyor. İngiliz kanı da taşıyan kadın yönetmen Josie Rourke, tiyatrodaki büyük başarılarından sonra ilk kez denediği sinemada gayet iyi bir sonuç almış. Ve John Guy imzalı Queen of Scots: The True Life of Mary Stuart kitabının sanırım hakkını vermiş. ABD doğumlu, ama İrlanda’da büyümüş oyuncu Saoirse Ronan, Mary’de olağanüstü. Margot Robbie de onca ünlüden sonra Elizabeth’de kendisini kabul ettiriyor. Hele o çiçek hastalığına yakalandığı sahnelerde... Tüm oyuncular, ayrıca görüntü ve müzik çabaları için de ayni şeyler söylenebilir. Sonuç olarak özellikle tarih ve biyografi sevenler için kaçırılmaz bir film. Kadın seyircinin de erkeklerden daha çok seveceği söylenebilir.
Eleştirinin tamamı için: T24
Evrensel
Yazar: Şenay Aydemir
Filmin daha yetkin bir kadın yönetmenin elinde çok daha iyi olup olmayacağı soru işareti olarak duruyor haliyle. Yine de ‘siyasetin’ erkek karakteriyle yüzleştiğimiz çarpıcı anlar yok değil. Kraliçe dahi olsanız erkeklerin yaklaşımının değişmeyeceğini, feodalizm ve din gibi köklü kurumların ancak soyunuz yüzünden size katlanmak zorunda kaldığını anlatırken zaman zaman etkili hale geliyor yapım. Üstelik bu ‘erkekler dünyası’ yalnızca kraliçeleri değil, mahiyetlerindeki diğer insanları da derinden etkileyen bir yapının varlığını gözler önüne seriyor. Erkeklerin gücü ellerinde toplamak için her şeyi yapmaya hazır halleri ile kadınların gücü kullanmak zorunda kalmama çabaları arasındaki gerilimin kurulduğu anlar filmin en fazla akıllarda kalan bölümleri.
Eleştirinin tamamı için: Evrensel
Birgün
Yazar: Nil Kural
Josie Rourke, bu ilk filminde Saoirse Ronan ve Margot Robbie gibi iki güçlü oyuncunun varlığına rağmen bir odak bulamıyor. Bu iki güçlü ve sıra dışı kadın arasındaki saygı dolu rekabeti, Mary’i azizeleştirme eğilimi nedeniyle anlatamıyor. Dönemin dili ve kapalı diplomatik konuşma biçimiyle ilgilenmiyor. Filmin dağınık kurgusu olaylarla ilgili heyecan veren bir seyre izin vermiyor. İzleyicisine Stefan Zweig’ın 1935 yılında kaleme aldığı “Mary Stuart” biyografisi gibi kaynakların onda birini bile sunamıyor.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Hurriyet
John Guy’ın ‘Queen of Scots: The True Life of Mary Stuart’ adlı kitabından Beau Willimon imzalı adaptasyonla perdeye taşınan film, özellikle ilk bölümünde seyircisini sarıp sarmalayan bir yapıya sahip. Öyküye asıl ruhunu veren unsur ise erkekler dünyasında ayakta kalmaya çalışan iki simgesel kadının bazen çatışan, bazen kesişen kaderleri. Ayrıca kimi Amerikalı eleştirmenlerin de vurguladığı gibi filmde #MeToo dönemi etkileri fazlasıyla hissediliyor. İzlerken tarihsel denklemleri, hiç bitmeyen iktidar hırslarını bize tekrar hatırlatan ve içinden geçtiğimiz tüm dönemlere de gölgesini aksettiren filmlerin kendine özgü çekicilikleri vardır. ‘İskoçya Kraliçesi Mary’ de bu türden bir yapım. Nihayetinde “Başlangıcım bitişimde saklıdır” sözüyle tarihe geçen Mary Stuart öyküsünü kaçırmayın derim. Bu arada filmin ‘Kostüm Tasarımı’yla ‘En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı’ dallarında Oscar’a aday olduğunu da hatırlatırım.
Habertürk
Filmin Chris Dickens imzalı kurgusu dikkat çekici... Sadece akıcılığı ve ritim duygusu nedeniyle değil... Özellikle Mary ile Elizabeth'in İskoçya ve İngiltere'de yaşadıklarının, sanki her şey aynı mekânda oluyormuş hissini verecek basit kesmelerin kullanıldığı bir paralel kurguyla anlatılması, filmin feminist alt metnini daha çok öne çıkarıyor. Saoirse Ronan ve Margot Robbie'nin performanslarını da beğendim. Yönetmen Josie Rourke, filmin en kritik meselelerini oyunculuk sanatı üzerinden iletmeyi tercih etmiş. Her iki oyuncu da kendilerine açılan alanı değerlendirip, karakterlerini derinden kavrayıp duyarlı yorumlar getirmişler. “İskoçya Kraliçesi Mary”, özellikle iktidar temasını ele alış biçimi ve feminist alt metinleriyle sevdiğim bir film oldu. Tarihi dramları sevenlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim...
Sabah
Yönetmen Josie Rourke temel olarak iktidarın ve gücün insanı her şekilde zehirlediğini, insanın iktidarla olan sınavından normal çıkamayacağını savlıyor. Tarih belki Elizabeth'i kazanan Mary'i kaybeden olarak yazsa da Rourke'a göre ikisi de kaybeden. Çünkü kurallarını erkeklerin koyduğu iktidar mücadelesinin içinde buluyorlar kendilerini. Bu mücadelede bir noktadan sonra kadın dayanışması ilkesiyle farklılık getirmeye çalışsalar da güçleri yetmiyor. Çünkü etraflarındaki erkekler buna izin vermiyor. Dolayısıyla iki güçlü kadının değil aslında iki yalnız kadının hikayesini izliyoruz filmde. Bu noktada Rourke'un asıl hedefinin iktidarın erkeksi yapısı olduğunu anlıyoruz. Açıkçası ince ince işlenmiş bir senaryo ile Rourke, iki kadın arasındaki mücadele üzerinden iktidar, güç, erkek ilişkisini iyi anlatıyor. İktidar tutkusunun kadın erkek demeden insanı nasıl yozlaştırdığını da... Ama filmi farklı kılansa bu meseleye feminist yaklaşımla bakması. Zaten filmi benzerlerinden değerli kılan da bu yönü.
T24
Oyuncular Amerikan-İngiliz karışık olsalar da sonunda İngiliz oyun geleneği egemen oluyor. İngiliz kanı da taşıyan kadın yönetmen Josie Rourke, tiyatrodaki büyük başarılarından sonra ilk kez denediği sinemada gayet iyi bir sonuç almış. Ve John Guy imzalı Queen of Scots: The True Life of Mary Stuart kitabının sanırım hakkını vermiş. ABD doğumlu, ama İrlanda’da büyümüş oyuncu Saoirse Ronan, Mary’de olağanüstü. Margot Robbie de onca ünlüden sonra Elizabeth’de kendisini kabul ettiriyor. Hele o çiçek hastalığına yakalandığı sahnelerde... Tüm oyuncular, ayrıca görüntü ve müzik çabaları için de ayni şeyler söylenebilir. Sonuç olarak özellikle tarih ve biyografi sevenler için kaçırılmaz bir film. Kadın seyircinin de erkeklerden daha çok seveceği söylenebilir.
Evrensel
Filmin daha yetkin bir kadın yönetmenin elinde çok daha iyi olup olmayacağı soru işareti olarak duruyor haliyle. Yine de ‘siyasetin’ erkek karakteriyle yüzleştiğimiz çarpıcı anlar yok değil. Kraliçe dahi olsanız erkeklerin yaklaşımının değişmeyeceğini, feodalizm ve din gibi köklü kurumların ancak soyunuz yüzünden size katlanmak zorunda kaldığını anlatırken zaman zaman etkili hale geliyor yapım. Üstelik bu ‘erkekler dünyası’ yalnızca kraliçeleri değil, mahiyetlerindeki diğer insanları da derinden etkileyen bir yapının varlığını gözler önüne seriyor. Erkeklerin gücü ellerinde toplamak için her şeyi yapmaya hazır halleri ile kadınların gücü kullanmak zorunda kalmama çabaları arasındaki gerilimin kurulduğu anlar filmin en fazla akıllarda kalan bölümleri.
Birgün
Josie Rourke, bu ilk filminde Saoirse Ronan ve Margot Robbie gibi iki güçlü oyuncunun varlığına rağmen bir odak bulamıyor. Bu iki güçlü ve sıra dışı kadın arasındaki saygı dolu rekabeti, Mary’i azizeleştirme eğilimi nedeniyle anlatamıyor. Dönemin dili ve kapalı diplomatik konuşma biçimiyle ilgilenmiyor. Filmin dağınık kurgusu olaylarla ilgili heyecan veren bir seyre izin vermiyor. İzleyicisine Stefan Zweig’ın 1935 yılında kaleme aldığı “Mary Stuart” biyografisi gibi kaynakların onda birini bile sunamıyor.