Dersimiz Döngel Kârhanesi
Yazar: Ali ErcivanTMSF'nin filmsel dünyadaki karşılığı olarak tasarlanmış BIKUF, hortumlanmış bir bankaya el koyar. Bu bankaya borcu olan bir eğlence tesisini kâra geçirerek kamuoyu önündeki imajlarını düzeltmeye karar veren kurum, bir memurunu bu işe atar. Hepinizin bildiği gibi, "kârhane"ye dönüştürmek istedikleri bu eğlence tesisi aslında bir "kerhane"dir. Bunun da herhalde iyi bir komedi malzemesi olacağı düşünülmektedir.
Tabii her şeyden komedi çıkarmak mümkündür. Hele böyle bir malzemeden oldukça kolay olmalıdır. Ama kendinden geçen şakşakçı gala seyircisinin tuhaf denecek ölçüde coşkulu tepkilerine rağmen, bu film bir iki espri dışında benim ve çevremdekilerin yüz kasları üzerinde hiçbir reaksiyona sebep olamadı. Bir komedi filminin, bir hicvin, komik olamaması da herhalde en büyük hayal kırıklığı.
Sanırım bunun en önemli sebebi, filmin klişeden fazlasını üretemiyor olması. Biraz belden aşağı, biraz da gözyaşlarına oynuyor. Siyasi olarak beylik nutuklardan fazlasını dile getirmiyor. Bütün bunları zaten çok ağır dramatik boşluklar yüzünden birçok vurgusunu kaçıran bir senaryoyla yapıyor. Metin Akpınar'ın abartılı ve yapay eşcinsel karikatürü ise iyice antipatik kaçıyor. Filmin seyirciyi en çok keyiflendirecek kısmı herhalde Zekeriya Beyaz'ın konuşması. Ama bu da filmden ziyade, Beyaz'ın gerçek hayattaki personası sayesinde yakalanan bir etki.
Filmin kapanışında, tüm karakterlerin gelecekte neler yaptıkları hakkında bilgiler alırken şunu da fark ediyoruz: Ardı ardına sıralanan bu karakterlerin birçoğuna ne olduğu bizim hiç umurumuzda değil ki! Zaten her biri çeşitli klişelerin üzerine kurulmuş olduklarından, başlarına ne geleceğini bize film söylemese de biliyoruz. Kaldı ki bu yine de umursadığımız anlamına gelmiyor. Çünkü, dediğim gibi, her biri birer klişe, yaşayan karakterler değil.
Kapanıştaki notlarla ilgili, filmin temel sorununu özetleyen bir örnek de Metin Akpınar'ın karakteriyle ilgili: Bu karakterin deniz kabuklarıyla filmde vurgulanmış çok dramatik, simgesel bir bağı vardı da biz mi yakalayamadık? Kağıt üstünde belki de var olan ama nihai filmden çıkmayan çeşitli anlamlar varsa, bir yönetmen bunun seyirciye geçmediğini montaj aşamasında fark edip, bu havada asılı kalmış detayları temizlemeyi de bilmelidir.
Ama sürekli kararma-açılmalarla ilerleyen (bu arada, tamamen teknik açıdan, bizim filmlerimiz neden kararmayı bir türlü beceremezler?), her tarafı sarkan ve başarılı sanat yönetimi dışında görsel açıdan hiçbir kayda değer sinemasal başarı gösteremeyen bir filmin yönetmeninden daha fazlasını da beklememeli belki.
Filmin en can sıkıcı kısmını ise sona sakladım. Bir noktada, işletmeyi ayağa kaldırmak amacıyla sermaye artışına karar veren Ankara'nın memuru ile kerhanenin işletmecisi (filmi yapanlar tarafından varsayıldığı belli ama perdede aslında sürecini görmediğimiz bir dostluk kuruluyor aralarında), yabancı sermaye arayışı içinde İstanbul'a gelirler. Bu montaj sekansında, İstanbul'un çeşitli semtlerinde buldukları yabancı uyruklu veya turist kadınlara teklif götürürler. Her biri de kerhane sahibinin tatlı diliyle getirdiği "fahişelik" teklifini büyük bir zevkle kabul ediverir.
Başta da belirttiğim gibi, ikiyüzlü olması anlaşılabilir olan gala seyircisi buna da pekâla güldü. Kendi adıma benim ise kanım çekildi; tüylerim diken diken, yüzüm ise öfkeden al al oldu.
Bu filmi yazan, yöneten ve bir şekilde gerçekleştirilmesi üzerinde söz sahibi bulunan kişiler, yalnız ve/veya yabancı uyruklu tüm kadınları alenen potansiyel "fahişe" olarak tanımlama densizliğini nasıl gösterebiliyorlar? Düpedüz ahlâksız ve haddini aşan bir tavır bu. Ve uyduruk bir komedi filmi denemesi deyip geçebileceğim Döngel Kârhanesi'ni kötü niyetli bir iş olarak zihnime öfkeyle kazımamın da temel sebebi. Eğer niyeti gerçekten kötü değilse, yaratıcıları fazlasıyla şuursuz demektir -ki hangisi daha kötü bilemiyorum.
Karşımızda, zannettiği gibi sıcak ve keyifli falan olmayan; güldürmeyi başaramayan, dramatik yapısı da kevgir misali bir film var. Sanat yönetimi ve kostüm çalışması, bir de Şenay Gürler'in güzelliğini başarıyla kullanması dışında hiçbir meziyeti yok. Teknik açıdan da oldukça vasat. İşin içine bir-iki basit görsel efekt girince planların basbayağı flu olması, "Hakkıyla yapamayacağınız işlere neden kalkışıyorsunuz?" sorusunu da akla getiriyor. Aynı şey, göle düşme sahnesinde araya giren sakil dijital çekimler ve sualtı kamerası için de geçerli mesela.
Filmin kendisinin de ötesindeki sorun ise şudur: Seyircimiz ardı ardına kötü Türk filmlerine maruz kalmakta ve sinemamızdan yavaş yavaş uzaklaşmaktadır. Bu gidişat devam ederse, yeni bir kopuş kapıdadır. Önemli olan çok film üretmek değil, nitelikli ve eksiksiz gediksiz popüler sinema ürünleri ortaya çıkarabilmektedir. Piyasada isim edinmiş kişilerin birçoğunun bu potansiyeli taşımadığı açıktır. Bazı köşe başlarının, sadece doğru insanları tanıyan, kendini iyi satan, televizyon veya reklamda isim yapmış kişilerin elinden alınıp, sinema bilen insanlara bırakılmasının vakti gelmiş de geçmektedir. Bütün bu söylediklerimi, bu hafta vizyona giren bir diğer Türk filmi Maskeli Beşler için de pekâla geçerli sayabilirsiniz.
Bu arada, Döngel Kârhanesi ile ilgili içimi acıtan en önemli şey de Aylin Aslım ve Tayfası'nın güzelim şarkısı Olduğun Gibi'nin mundar edilmesi olmuştur. Kişisel bir not olarak ekleyeyim.