Hesabım
    Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi

    Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Geçenlerde bir arkadaşımla Türkiye'de üretilen "ilk filmlerin" genel olarak çok parlak olmayışının nedenlerini konuşuyorduk. İlk uzun metrajlı filmini çeken yönetmenler arasında, sayısız kısa film çeken, ödüller toplayan deneyimli isimler de var; ilk defa kamera arkasına geçen, daha önce senaryo veya televizyon alanında deneyim kazananlar da. Yaş anlamında ise otuzlu yaşlarında olanlar kadar, otuzun altında henüz genç yaşta yönetmen olanlar da var. Şüphesiz filmlerin hepsini tek tek burada saymak mümkün değil; ama düşündüğünüz zaman son yıllarda bir yönetmenin ilk filmi olmasına rağmen sizi tam anlamıyla tatmin eden bir film hatırlıyor musunuz? Yine aynı konuşmamızda, Polis yeteri kadar orijinal olmamakla birlikte, yaratıcı yönleriyle üzerinde tartıştığımız bir film olmuştu.

    Bu yazıya konu olan küçük ama etkili şehir efsanesini (gerçek anlamda bir Kült) hatırlamıyor oluşumuz ise şüphesiz büyük ayıptı. Ben yıllar önce festivalde izlediğimde etkilenmiş ve Tabutta Rövaşata ve Dokuz gibi başarılı ilk filmler arasına hiç düşünmeden koymuştum. Hem bizim eksik tartışmamıza bir nokta koymak, hem de yazıma giriş yapmak için Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'nin gayet iyi bir "başlangıç" olduğunu yazayım.

    Film, festivalde izleme imkanı bulan bir avuç insan tarafından Ekşi Sözlük'te hararetli bir şekilde tartışılınca ve üzerine bir de ünlü köşe yazarları da filme olan sevgilerini dile getirince ciddi anlamda bir şehir efsanesine dönüşmeye başladı. İlk izleyişimden sonra Ekşi Sözlük'e yazdığım kısacık "Olmuş. Olmuş işte!" cümlesine tepki gelmesinin ardından filmi sevenler kadar sevmeyenlerin de çoğunlukta olduğunu anlamıştım. Hatta iki grup Ekşi Sözlük'te öyle uzun bir tartışmaya girişti ki, benzerinin bugüne kadar başka bir yerli yapım için yapıldığını sanmıyorum. Garip ama bu yorumların çoğu siteden uçurulmuş.

    Peki, sevmeyenler neden sevmediler? Bir kere klasik bir sinema öğrencisi fantazisi gibi gözüken bu film "Öğrenci Filmi" denen tartışmalı sinema türünün bazı sıradan kodlarına sahip. Amatör çekimler, kötü kurgu, olmadık yerde deneyselci atraksiyonlar, ego gösterisi, film içinde film... Filmin düşmanlarının bu öğrenci filmi kodlarını bir uzun metrajda gördükleri zaman, "Bu ne cüret!" refleksi gösterdiklerini düşünüyorum. Altında ciddi bir çekememezlik de olabilir. Ne de olsa her sinema öğrencisinin rüyası, uzun metrajlı sinema filmi. Bunu genç yaşta başaranlara pek iyi gözle bakılmıyor bu topraklarda. Sanırım farklı bir zihniyet tartışmasına girmeye de gerek yok.

    Peki ya Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'ni beğenenler, acaba neden beğendi? Neden beğendim? Öncelikle filmin uzun casting bölümlerinden, paralel kurgulardan çok sıkıldığımı baştan söylemem gerek. Üstelik film ilk parlak bölüm olan çok kameralı masa sahnesini de uzattıkça uzatıyor. Ve fakat, bütün olumsuzluklara, bütün o kötü kameralara, kekeme kurguya, çamur banyosu görüntülere rağmen karakterler ve oyuncular çok iyi. Üstelik oyunculuk nerede başlıyor, ne kadarı yazılan karaktere ait belli değil. Hem içine girdiği her filme sarkastik bir lezzet katan Tuğra Kaftancıoğlu hem de Gülüm Baltacıgil çok iyi. Çok çok iyi. Büyükada ise her zamankinden daha gizemli ve karanlık. 70'lerin loş eurohorror klasiklerini hatırlatarak adeta rol çalıyor.

    Kaftancıoğlu ve Baltacıgil filmde yönetmenin iktidarını ciddiye alarak despotlaşan "Yönetmen" ile baştan tepki gösterdiği baskının bağımlısı olan "Oyuncu" rolündeler ve klasik Drakula hikayesinin amatör sinemacılık dünyasındaki karşılığını gösteriyorlar adeta (Bu arada Drakula'nın yardımcısı da oldukça iyi). Güç ve ego gösterisinin, sözsel şiddetin fiziksel şiddetin yerini aldığı saf bir korku filmi. Bizim sinemamızda çoğu zaman unutulan, üstü örtülen, evcilleştirilen "Kötülük", bu filmde çırılçıplak.

    Belirtmek lazım, ortada şanslı bir ekip var. Emre Akay, Hasan Yalaz'ı bulduğu için şanslı (tersi de geçerli). Yönetmenler doğru oyuncuları tavladıkları için şanslılar. Gizemli, tedirgin edici bir eve ulaşabildikleri için ayrıca şanslılar. Ve en son çakma korku filmleri, güldürmeyen komedi filmleri, 1000 yıllık dramlar arasında bunalan yerli film izleyicisi de nihayet bu müstesna filmi sinemada izleyeceği için şanslı. Bu "güzel" ve "yalnız" ülkede hoş şeyler oluyor; akademik/deneysel bir film bile vizyona girebiliyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top