Manhattan’da Sihir Başkadır!
Yazar: Oktay Ege KozakAmerikan kültüründe eski bir deyim vardır: "Yenemeyeceksen, katılacaksın". Yani eğer rakibin senden daha güçlü çıkarsa, öne geçmek için senden daha orijinal, daha akıllı fikirler ortaya atarsa, yenilgiyi kabul etmek yerine o fikirleri al, yeniden elden geçir, daha da güçlendir. Böylece rakibini kendi silahı ile elemiş olursun. Amerikan politika ve savaş tarihine biraz haşır neşir olan okuyucu, bu sinsi olduğu kadar akıllı yöntemin ülkenin kısa geçmişinde binlerce örneğini akla getirecektir.
Farkındayım, "Amerika Politika Tarihi'ne Giriş" dersinde değiliz ama acıyın biraz; iki haftadır uçan arılar ve konuşan sincaplar hakkında yazıyorum. Daha önemli ve derin meselelerden bahsetme arzusu şirin aile çizgisi tuvalinin çatlakları arasından fışkırıyor ister istemez. Ayrıca bu yazıyı başlatan deyim, Manhattan'da Sihir'in yaradılışı arkasındaki motivasyonu en basit biçimde açıklıyor.
Bildiğiniz gibi 2001 yılının Şrek'inden beri Dreamworks, klasik Disney peri masalı klişeleri ile dalga geçen, daha alaycı bir espri anlayışına sahip ve daha yetişkin bir animasyon stiline babalık etti. Bu yeni çizgi sinema tarzı hakkında bir kez daha detaya girmektense kısa geçip ilerleyelim isterseniz. Bu konu hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyen okuyucu, geçen hafta yazdığım Arı Filmi sinekritiğime göz atabilir.
Neyse, 2007 yılına gelelim. Dreamworks, Şrek 3 ve Arı Filmi ile halen az çok iş yapmasına rağmen orijinalliğini ve inandırıcılığını kaybediyor. Arkasından sinsice yaklaşan Disney'in Manhattan'da Sihir'i, Şrek'in bıraktığı yerden devam ediyor, klasik Disney peri masalları Pamuk Prenses, Uyuyan Güzel ve Kül Kedisi'ni alıp hem alt üst ediyor, hem de 21.yy'a uyarlıyor. Yani Şrek'in konseptini ve esprilerini alıp, bir daha elden geçirerek, Dreamworks'ün fikir fakirliğinden yakındığı bir dönemde vizyona sokuyor. Böylece yılın en eğlenceli, şirin ve orijinal aile filmlerinden birine imza atıyor; orijinal Şrek'in 2001 yılında yaptığı gibi. Yenemeyeceksen katılacaksın.
Manhattan'da Sihir, klasik bir Disney animasyonunun güzel prensesler, yakışıklı prensler ve konuşan şirin hayvancıklar gibi karakterlerinin 21.yy New York'unda debelenmelerini incelerken, ana esprilerini peri masalı dünyası ve gerçek dünya arasındaki farklılıklar üzerine kuruyor. Tabi ki filmdeki New York, her köşesiyle sonuna kadar gerçekçi bir New York değil, çünkü herşeye rağmen halen bir aile filmindeyiz.
Yani, kötü cadının "sihirli kuyu"dan aşağı itmesi sonucunda kendisini New York sokaklarında bulan Prenses Giselle'in, uyuşturucu bağımlısı bir kaç evsiz adam tarafından tecavüze uğradığı gerçekçi bir sahne bekliyorsanız bayağı bir beklersiniz. Ama yine de kendi sınırları içinde bu iki dünya arasındaki farkları akıllıca elden geçirip seyircinin beklediği komediyi tutturuyor film. Bu konuda ilk akla gelen espri, çizgi dünyasında prensese yardım eden şirin sincapların ve bülbüllerin, gerçek dünyada hamam böcekleri ve sıçanlar ile yer değiştirmesi.
1993 yapımı, az bilinen post-modern Schwarzenegger aksiyon klasiği Son Kahraman'ı izlemiş olan seyirciye Manhattan'da Sihir'in konusu tanıdık gelmiştir zaten. Son Kahraman ile aynı kurallara sahip Manhattan'da Sihir... Yani bu sefer aksiyon filmi yerine peri masalı kurallarına alışık kurgusal karakterler, gerçek dünyanın da aynı kurallarla işlediğine inanır. Son Kahraman'da olduğu gibi, Manhattan'da Sihir'in bir çok esprisi bu ikilemden ilham alıyor ve çoğunlukla başarılı oluyor. Kahraman prensin ejder zannettiği otobüse saldırması veya heryerde şarkı söyleyebileceğini zannetmesi yüzünden onlarca bisikletçinin altında kalması, klasik espriler arasında.
Manhattan'da Sihir'in başarısındaki en önemli etken, klasik Disney filmleriyle dalga geçmesinin yanında, o filmlerin evrensel aşk ve sevgi temalarını es geçmeyerek, soğuk ve analitik modern dünyamızdan aşk ve sihir gibi saf duyguların eksik olmaması gerektiğini içtenlikle seyirciye hatırlatması. Özellikle sondaki balo sahnesi, artık fazla ortalıkta olmayan klasik bir Hollywood romantizmini hatırlatıyor. Yani elimizde akıllı ve komik bir parodi ile, eski usül içten ve saf bir peri masalı arasındaki dengeyi başarıyla tutturan bir yapım var.
Manhattan'da Sihir hakkındaki herhangi bir eleştiride Prenses Giselle rolündeki Amy Adams'ın harika performansından bahsetmemek olmaz. Son yıllarda Sıkıysa Yakala ve Junebug filmlerindeki unutulmaz rolleriyle ilgi çeken Adams, gerçek aşkı yakışıklı prensten uzak, bilmediği bir dünyada kaybolmasına rağmen silinmez gülümsemesini ve sınırsız optimizmini hiç bir zaman kaybetmeyen Giselle'i canlandırmıyor, Giselle'e dönüşüyor adeta. Evli bir çiftin boşanması gibi gerçek dünyaya ait bir durumu, aşkın koybalması olarak algılayıp ağlaması, Central Park'ta güle oynaya dans edip şarkı söylemesi, Akademi üyelerinin Oscar zamanı geldiğinde dikkate alması gereken sahneler arasında.
Manhattan'da Sihir, üçüncü perdede peri masallarının klişe finali olan ejder savaşına yer vererek, filmin aşk hikayesini yerinde bitiren sonuna zarar veriyor. İki yüz metrelik canavarın kahramanımıza meydan okuduğu aksiyon dolu bir finalin, her peri masalının baştacı olduğunun farkındayım. Fakat Manhattan'da Sihir gibi daha ince bir espri anlayışına sahip bir yapımın, bu klişenin tuzağına olduğu gibi düşmek yerine, daha akıllı bir finale imza atmasını beklerdim. Mesela 20 dakikalık epik bir savaş sahnesi beklentisini, New York polisinin iki el ateş edip ejderi öldürmesi ile alt üst edebilirdi.
Ama bunlar küçük eleştiriler. Bu bayram ailece gidip, eğlenip gülmek istediğiniz bir film varsa veya yükselişte olan bir aktrisin yılın en orjinal ve ferah performanslarından birini izlemek isterseniz, yolunuz Manhattan'da Sihir'e mutlaka düşmeli.