Hesabım
    Şimdi Ya da Asla
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Şimdi Ya da Asla

    Son Maceralar...

    Yazar: Ali Ercivan

    Türkiye'de Şimdi ya da Asla ismi ile gösterime giren The Bucket List, sinema ve televizyonda daha önce de benzerlerini izlediğimiz bir öykü anlatıyor. Kanser hastası iki adam, ölmeden önce gerçekleştirmek istedikleri şeylerin peşinde bir yolculuğa çıkıyorlar. Tabii bu iki adamı Jack Nicholson ve Morgan Freeman gibi iki usta canlandırınca, seyir zevki de garantilenmiş oluyor.

    İki yaşlı adamın hastalıklarını öğrenmelerinin ardından uzunca bir süre tek bir hastane odasının içinde devam ediyor Şimdi ya da Asla. Eziyetli bir hastalık ve tedavi sürecinde yakınlaşıyor bu zıt karakterli ve birbirine yabancı iki adam. Bir yandan da hayatlarının geri kalanını bir hastane odasında geçirmek istemediklerini fark ediyorlar. Seyirci olarak bizleri de boğuyor doğrusu bu hastane odası ve kahramanların çektikleri acılar. Dolayısıyla hayallerini gerçekleştirdikçe onlarla birlikte biz de keyfini çıkartıyoruz... En azından teoride... Çünkü şaşırtıcı şekilde, filmin en çok seyir zevki veren kısımları hastanede geçiyor. İki ihtiyar delikanlının hayatın keyfini çıkarma aşamaları beklenen tadı vermiyor.

    Bunun sebebini öncelikle karar aşamasında aramak gerek. Morgan Freeman'ın karakteri Carter'ın, içindekileri gerçekleştirmeyi ciddi ciddi düşünmeden hazırlamaya başladığı ilk listenin Nicholson tarafından canlandırılan Edward'ın eline geçmesi ve kilit bir diyalog sahnesiyle bu yolculuğa çıkma kararını almaları, filmin tüm esprisini oluşturan sonraki aşamaya geçilmesi için mecburi bir adım. Aslında ister istemez zoraki bir sahne bu... Bir sinema filminde anlatmak için yola çıktığınız sadede gelebilmek için bazen seyirciye yutturmanız gereken aşamalar vardır. Bu filmin kilit aşaması da bu karar sahnesi. İyi yazılmış diyaloglar ve usta oyuncuların çabalarıyla mümkün olduğunca doğal bir şekilde sunulup seyirciyi ikna etmesi amaçlanan bu sahne, ne yazık ki tamamen başarılı değil. Ama filmin geri kalanını izlerken bunu göz ardı etmek ya da etmemek her seyircinin kendi bileceği iş şüphesiz.

    Daha sonrasında skeçler halinde ilerleyen ve ne hikayeyi fazla geliştiren ne de oyuncularına önceki kadar malzeme sağlayan maceraları izliyoruz. Çoğu zaman gerçekçi gözükmeyen görsel efektler eşliğinde paraşütle atlıyor, yarış arabaları sürüyor, dünyayı geziyor iki adam. Arada da yüzeysel inanç ve varoluş muhabbetleri yapıyorlar. Muhakkak ki herkesin hep hayalini kurduğu türden bir macerayı yaşıyor olmaları, filmi kurtaran başlıca unsurlardan biri. Tam da bu yüzden, çoğu izleyici için her şeye rağmen keyifli olacaktır bu süreç. Ancak sinemasal olarak pek bir zenginlik sunmuyor doğrusu.

    Fakat böyle bir filmden beklediğimiz yüksek sinemasal nitelikler mi olmalı? İki adamın dostluğuna inandırıyor bizi yönetmen. Ve yeri geldiğinde ağlatacak kadar duygusal etki yaratmayı da başarıyor. Nicholson ve Freeman, alıştığımız perde kimliklerine birebir oturan karakterlerini canlandırırken, oyuncu adayları için ders niteliğinde birer performans sergiliyorlar. Başta hastane kısımlarında olmak üzere ikisini de izlemek büyük bir keyif. Şimdi ya da Asla bu tür keyiflere oynayan, kendi halinde bir film neticede ve bir başyapıt olduğunu kimse iddia edemez belki ama bir buçuk saat boyunca keyifli vakit geçirtme vaadini büyük ölçüde karşılıyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top