Eastwood <br><b>Iwo Jima’dan Mektuplar</b> ile <br>Hatırlanacak
Yazar: Oktay Ege Kozak20 Kasım 2006'dan beri Clint Eastwood, belki de yaşayan son usta Amerikan film yönetmeni. Belli bir tarih veriyorum çünkü o gün, Robert Altman'ı kaybettik. Bir kaç hafta önce, ABC kanalının uzun süredir yayımladığı eleştiri programı Ebert & Roeper'da film eleştirmeni Richard Roeper ve konuk eleştirmen A. O. Scott, Clint Eastwood'un, kocaman bir film yıldızı olmasaydı bile, sadece yönettiği filmlerle en yetenekli ve bereketli film simalarından biri olarak sinema tarihinde yerini alacağından bahsediyorlardı. İki eleştirmenin de hayranı değilim, ama bu durumda ikisine de gönülden katılıyorum.
Iwo Jima'dan Mektuplar, Japon toprağında bir Amerikan bayrağının dikilmesini gösteren efsanevi bir fotoğrafın parçası üç askerin gözünden, kahramanlığın anlamını inceleyen karakter çalışması Atalarımızın Bayrakları'nın sözde yoldaş filmi. Bu Japon toprağı, Amerikalılar ve Japonlar arasında geçen en vahşi muharebeye ev sahipliği yapan Iwo Jima adasına ait. Er Ryan'ı Kurtarmak ve Kara Şahin Düştü gibi filmlerle daha önce üzerinden geçilmiş meselelere getirdiği birazcık olsun taze bakış açısıyla Atalarımızın Bayrakları, az çok iyi bir savaş filmiydi. Diğer yandan Iwo Jima'dan Mektuplar, kolay kolay eskimeyecek bir başyapıt.
Film Iwo Jima muharebesini, yaşamlarının son damlasına kadar savaşan ve herşey kasvetli görünmesine rağmen pes etmeyen Japon askerlerin gözünden anlatıyor. Belki de tamamen İngilizce olmayan bir dilde çekilmiş ilk Amerikan filmi olarak...
İki asker üzerine odaklanıyoruz: General Tadamichi Kuribayashi (Ken Watanabe), askerlerinin onurla ölmelerini en büyük maksadı olarak gören gururlu ve adil bir lider. Saigo (Kazunari Ninomiya) ise tek dileği sevdiği eşine ve yeni doğmuş oğluna dönmek olan bir asker. Bu tanımlamaları yazarken bile kendimde bir tutarsızlık görüyorum çünkü Iwo Jima'dan Mektuplar, tipik bir savaş filminden beklediğimizden çok daha derin ve düşündürücü bir deneyim.
General Kuribayashi'yi ele alalım mesela. O, ülkesine olan ölümsüz bağlılığıyla doğmuş ve yetişmiş bir asker. Fakat o bile bir noktada üzerindeki baskıya dayanamayarak, ailesi için kendisini öldürüp öldüremeyeceğini sorguluyor, aynı aileye olan bağlılığı ve sevgisi yüzünden. Saigo, hikayenin en önemli karakteri, belki de filmin kalbi ve ruhu. Bunun iki sebebi var: Birinci sebep, Saigo her ikinci dünya savaşı filminde de görmeye alıştığımız törelere bağlı, taş gibi sert, insan olmaktan çıkmış Japon askeri klişesini yerle bir ediyor. İkinci sebep, içinde bulunmak istemediği bir muharebeye, savaşmak istemediği bir savaşa isteği dışında itilmiş bir adam olarak iki taraf arasındaki orta çizgiyi temsil ediyor.
Saigo, Iwo Jima'ya adım attığından beri Japonların bu muharebeyi kaybedeceklerini ve kendisinin de öleceğini biliyor. Bu gerçek kafasına işledikçe, aklına gelen her yolla savaştan canlı çıkmak için uğraşıyor. Filmin ortalarına doğru bir sahnede, Saigo'nun müfrezesi, kendilerini el bombalarıyla havaya uçurarak intihar ediyor. Biliyoruz ki Saigo, Japon törelerine bağlı biri değil ve bu yüzden kendini öldürmek istemiyor.
Bu noktada filmin, Saigo'ya korkak damgasını vurup onu bu bakış açısıyla yargılaması kolay bir seçim olabilirdi, ama bu yargı hiç bir zaman gelmiyor. Ve sonuçta seyirci olarak bu durumla insani bir bağlantı kurmak haricinde başka bir çaremiz kalmıyor. Eğer Saiko'nun yerinde olsaydık, daha farklı mı davranırdık? Ondan daha cesur olabilirmiydik? Sayısız İkinci Dünya Savaşı filmi görmüş bir seyirci kitlesi olarak Saigo'nun üçüncü perdede öyle ya da böyle cesur bir kahramana dönüşmesini ve herkesi kurtarmasını bekliyoruz. Bu yazıda açıklamayacağım buna benzer bir durum yaşanıyor ama tahmin edebileceğimizden çok uzak bir biçimde.
Iwo Jiwa'dan Mektuplar, azı veya fazlası olmadan, özünde insanlar hakkında bir hikaye. Burada önemli olan Japonların kahramanlığı veya Amerikalıların ölümsüz ısrarcılığı değil. Anlamamız gereken nokta, savaşın iki tarafında da insanların olduğu, her ne kadar bazı kişiler kendi amaçlarını korumak için diğer tarafı ruhsuz canavarlara dönüştürmeye çalışsa da. Biliyorum, bugüne kadar "hepimiz kardeşiz" mesajını boğazımıza tıkmaya çalışan bir sürü savaş filmi gördük ama Iwo Jima'dan Mektuplar, bu meseleyi fazla nasihate boğmaya tenezzül etmeden inceleyen, mesajını teslim etmekte mükemmel bir ton yakalayan nadir filmlerden.
Karakterlerlerin verdiği kararlar ve her sahnenin anlamı üzerine daha uzun ve detaylı bir yazı yazmayı ve filmi en ince ayrıntılarıyla tartışmayı çok isterdim. Şimdilik sizi kendi başınıza bu deneyimi yaşamaya ve kendi sonuçlarınıza varmaya davet ediyorum. Iwo Jima'dan Mektuplar, Clint Eastwood'un tartışmasız başyapıtı ve belki de gelmiş geçmiş en iyi savaş filmi.