10 ÜZERİNDEN 10 'LUK KUSURSUZ BİR SUÇ FİLMİ
Jacques Mesrine’in otobiyografik "L'ınstinct de mort" kitabından sinemaya uyarlanan filmin yönetmenliğini Jean-François Richet yapıyor. Film iki bölümden oluşmaktadır. L'ınstinct de mort (2008) ve L'ennemi public n°1 (2008). Vincent Cassel, Ludivine Sagnier, Mathieu Amalric gibi başarılı oyuncuların yer aldığı film, son dönemlerin en iyi mafya üzerinden sistem eleştirisi yapan filmi diyebilirim. Kimin gözünde devrimdi kiminin gözünde ise banka soyguncusu olarak nitlendirilen Jacques Mesrine, oldukça farklı bir karaktere sahip birisi. Fransa’da bir çok tartışmaya neden olduğu için, yönetmen uygun bir not ile filme başlamış. “Filmdeki bazı olaylar hayal ürünüdür. Herkesin farklı duygular beslediği bir insanın hayatını doğru bir şekilde filme aktarmak da mümkün değildir” sözleriyle başlayan film, hem kendisine yöneltilecek eleştirilere tokat gibi cevap vermiş hem de “biz gerçekleri yansıttık” edasıyla çekilen biyografik filmlere göndermesi yapmıştır. Bu filme salt aksiyon gözü ile bakanları anlamak mümkün değil. Adamlar sadece silah, araba patlaması, iki cinayet görmek için film izliyor! Ne tarih araştırması var, ne dönemin devrimci kültürünü tanıma var, yok iki tane silah çekilsinde.. neyse… Filme başlamadan önce Jaques Mesrine’in biyografisini okumakta fayda görüyorum. Biyografiyi önceden okumak filmden alınacak keyfi düşürebilir bu yüzden filmden sonra da okuyabilirsiniz. Sadece kendi kurallarına göre yaşayan ve ülkesinde bir numaralı halk düşmanı ilan edilen Jaques Mesrine’in sistem ile olan kavgasına tanıklık ediyoruz. Cezayir yıllarından, ailesi ile olan ilişkilerine, sosyal çevresinden kadınlara olan tutumuna ve hapishane yıllarından ölümüne kadar olan bir hayatı ince ayrıntıları ile mercek altına alıyoruz. Jaques Mesrine profilini “etki-tepki” ya da “ne ekersen onu biçersin” sözleriyle açıklayabiliriz. Kanunlara inanmayan ve hukukun kurallarına değil kendi kurallarını hukuka uyduran birisinin doğumu dönemin şartlarından ileri geliyor. “Jaques Mesrine” karakteri devrim yıllarında ortaya çıkan salt bir banka soyguncusu değildir. Gerek verdiği röportajlarda gerekse mahkemedeki savunmasında anarşinin önemine dikkat çekiyor. "Ben sistemden çalıyorum" diyerek, aslında trajikomik bir gerçeği yüzümüze vuruyor. Jaques Mesrine’in 60’lar ve 70’lerdeki kılık değişimleri neredeyse birebir aktarılmış olması, yönetmenin filme ne kadar iyi hazırlandığını gösteriyor. Filmin başındaki kamera açılarının farklı şekilde yansıtılması ve kurgusu ile dikkat çekiyor. Filmin ikinci bölümünü izlediğimizde de zaten bu kamera tekniğinin önemini daha iyi anlıyoruz. İkinci bölümde Jacques Mesrine’in gangsterlik yıllarının daha aktif olduğu dönemi izliyoruz. Kanada yılları ve beraberinde gelen hapishane dönemi de iyi bir şekilde ele alnmiş. Public Enemies (2009) filminin bu filmle benzerlikler içerdiğini de hatırlatalım. Konu itibarı ile farklı olmasına rağmen bazı yerleri birebir aynıdır. Mesrine herkesin kolay kabul edebileceği bir karakter değildir, kendi kuralları olduğu için kimine ters kimine doğru gelebilir. Genellikle kuralların sonuçları bize dokunmadığı sürece her şeyi uygun görür hatta sempati bile duyarız. Dönemin şartlarını düşünecek olursak, zarar görmüş insanların antipati beslemesini hoş karşılıyorum. Filmin genel havası bir aksiyon filminin tüm özelliklerini taşısa da yaşanılanlar gerçek hikayelere dayandığını unutmayalım. Filmin özellikle ikinci bölümünde sistem eleştirisi açıkça dile getirilmekte ve dönemin “adalet-suç” dengeleri masaya yatırılırken “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” mesajı da leylekler aracılığı ile gönderilmiştir. "Ben sadece adaletin arkasına sığındım" esprisi de baya güzeldi. Mahkemede anahtarı göstererek siz ve savcının savunduğu bu, sizin sisteminiz” diyerek, dönemin adalet sisteminin ne kadar bozuk olduğunu ve isterse oradan kolaylıkla kaçabileceğini belirtmiştir. Jacques Mesrine karakter olarak sempati duyulası birisidir. Gerek konuşması gerekse hal ve tavırları ile cana yakın olduğu için yaptığı eylemler, cinayetler ve banka soygunları suç olmaktan çıkıp, halkın bir kesimi tarafından normal bir şeymiş gibi algılanıyordu. Mahkemede buna dikkat çeken savcı, Mesrine için “vahşi bir hayvanı gizleyen maske” taktiğini söylemiştir. “Suçluları cezalandırmayan bir toplum adil sayılmaz” diyen savcı, hukukun üstünlüğüne dikkat çekerken, Mesrine tezgahın nasıl döndüğünü “içerden” gelen birisi olarak iyi bildiği için, “Ben hükumetin, bankaların düşmanıyım onlardan çalarım bu yüzden beni sevmezler” diye cevap veriyor. Mesrine asıl suçlunun kim olduğuna dikkat çekerken, aslında “soygunculuk oyunu” üzerinden adalet sistemini sorguluyor. Kendisi bir felsefeci değil, tarihçi, yazar ya da politikacı da değil. O “bir numaralı halk düşmanı” ve gerçekleri yaşayarak sistemin pisliklerini herkesden daha iyi dile getiren birisi.