Ölümcül İçgüdü
Yazar: Melis Zararsızİki ayrı bölüm olarak vizyona girecek olan ve gerçek bir hayat hikayesini anlatan bu filmin yapımında Fransız gangster Jacques Mesrine'in yazmış olduğu otobiyografik çalışma "L'Instinct de Mort - Death Instinct" (Ölümcül İçgüdü) adlı kitap temel alınmış. Gene de filmin başında bir uyarı yazısı var, her film bir hayal ürünüdür, gerçek hayata da dayansa, her filmin, bir "film" olduğunu unutmamamız gerektiğini hatırlatarak başlıyor. Jacques Mesrine'in cezaevinde kaleme aldığı otobiyografisinde saygın bir aileden gelen bir çocuğun nasıl da adım adım isyancı ve gangster bir karakteri inşa ettiğinin, gerçek olduğuna inanmakta zorlayan öyküsü anlatılıyor.
Bu otobiyografiden uyarlanmış olan filmin 27 Mart Cuma günü ülkemizde gösterime giren ilk bölümü, bize Jacques Mesrine'nin ailesini, arkadaş çevresini ve hayata bakış açısını, yaşam tarzını göstererek başlar. Gençtir Mesrine, kendini keşfetmektedir, hayatına nasıl yön vereceğini bilmemektedir. Cezayir Savaşı'na yollanmıştır, döndüğünde aynı kaderi paylaşan her genç insan gibi o da savaşın ağır travması altındadır. Bunu izlemeyiz, babasıyla konuşmalarından anlarız. Bu travma, Mesrine'nin karakterinde hali hazırda varolan uzlaşmaz, kanunları sevmeyen, isyankar özellikleriyle birleşince, ortaya anarşist bir gangster çıkmaya başlar. Fabrikada çalışmak istemez, babası uzlaşmacı bir adam olduğu için ona öfke duyar, fabrikada çalışıp sömürüleceğine, gidip paranın olduğu yerden onu almaya inanır, yani bankalara. Ve soygunlar başlar. Sonra cesaretini farkeden karanlık dünyanın insanları tarafından keşfedilir ve artık o, on numara bir gangsterdir.
Bu karanlık yapısına rağmen kadınlarla olan ilişkisinde olağanüstü romantik ve sevgi doludur. Fakat ona karşı gelecek biri olduğunda, bu bir kadın da olsa, çocuklarının annesi de olsa, içindeki şiddet duygusuna yenik düşebilir. Buna rağmen onuru için yaşayan bir adamdır. Bir katildir, bir soyguncudur, bir kaçaktır ama kendi doğruları olan bir adam olmak için savaş verir. Söz vermişse tutmalıdır, ona güvenilmişse, yarı yolda bırakmamalıdır, o da birine güvenmişse, onu yarı yolda bırakana hiç acımaz.
Deli cesareti diyebileceğimiz bir cesarete sahiptir, herkese kafa tutabilir, her hapishaneden kaçabilir, her polisten kurtulabilir. Gerekirse ölür, gerekirse öldürür. Bu karakteri geliştikçe, cesaretinin kendisi de farkına varmakta ve popüler olmaktan haz duymaktadır. Televizyonlar ondan bahsettikçe göğsü kabarır, cesareti bileylenir.
Mesrine, bir halk düşmanı ilan edilmiş, fakat halk tarafından da Robin Hood gibi karşılanmış, ölümünden 30 yıl geçmesine rağmen unutulmamış, bir efsane gibi dilden dile anlatılmıştır. Fransız Devrimi, Paris Komünü gibi olaylar yaşayan ve bir protesto üzerine kurulmuş olan Fransa, bu tip zor ve inatçı karakterleri seviyor. Bu yüzden, aslında zaten bir film karakteri gibi yaşamış olan bu karizmatik adamın filmini çekmek kaçınılmazdı Fransızlar için.
Bu ilk film, tam bir gangster filmi, bir suç ve aksiyon filmi... Otobiyografik filmleri ve aksiyon filmlerini seviyorsanız, yönetmenin ekranı ikiye, dörde bölerek bize birden farklı açılar gösterdiği ve genel anlamda da başarılı bir yönetmenlik sergilediği bu filmi gözünüzü kırpmadan seyredeceğinize ve bittiğinde 110 dakika nasıl geçti diye soracağınıza hiç şüphe yok. Özellikle binbir surat diye anılan böyle bir gerçek karakteri, bu kadar başarıyla canlandıran ve bu rolün bazı bölümleri için 20 kilo almış olan Vincent Cassel, mimikleri, soğukkanlılığı ve karakteri giyinişiyle, iyice tadından yenmez bir seyirlik haline getiriyor filmi.
Devam niteliğindeki ikinci filmin daha tempolu olacağı söyleniyor, her iki film aynı insanın öyküsünü anlatsa da görüntüleme açısından farklı olduğunu ve her ikisinin de kronolojik sıralamaya bakılmaksızın başından sonuna kadar ayrı ayrı izlenebilecek olduğunu öğrenmek güzel. Merakla bekliyoruz ikinci bölümü.