Alman Sineması:1 Hollywood:0
Yazar: Bige AkdenizBu hafta geçmişteki tarihi olayları işleyen iki politik gerilim türünde film aynı anda vizyonda. İlginç bir karşılaştırma yapmak adına her ikisi de izlenmeli diyorum. Alman Sineması ile Amerikan Sineması’nın politik gerilime yaklaşırken sergiledikleri farklılıkları da keyifle gözlemlemek adına...
Başkalarının Hayatı İkinci Dünya Savaşı sonrası bölünen Almanya’nın neredeyse karanlığa gömülen Doğu kısmını anlatıyor. Hem de enfes çok köşeli bir hikaye ile. Kirli Sırlar da ajanların karanlık dünyasına daldırıyor bizi, tüm Hollywood aslarını da görmek yanına kar kalıyor.
İlginç bir şekilde, her iki filmin tarihe yaklaşımındaki farklılıklar avantajı ve de dezavantajı oluveriyor. Avrupalı olan oldukça insana dair bir boyuttan yaklaşırken tarihe, Hollywood doğumlu film gerçeklerin arayışını ön plana çıkarıyor ve tarihin insani boyutundan oldukça uzaklaştırıyor bizi. De Niro’nun film karakterleri adeta O’nun açıklamak istediği gerçeklere hizmet ediyorlar gibi. Hikaye anlatımı dağınık. Politik gerilimin en etkileyici gerçekçiliğinin insanlar üzerindeki etkilerinde saklı olduğu es geçilmiş gibi. Karakterlere odaklanmak yerine, olaylara odaklanmak bu politik gerilimin dezavantajı olmuş. Diğer yandan avantajı da olmuş, olayları çok boyutlu yaşama fırsatını verdiği için...
Başkalarının Hayatı’nı izlediğimde uzun zamandır Alman Sineması’dan beklediğim güçte (evrenselliğinden kaynaklanan bir güç) bir filmin sonunda hayat buluverdiğine oldukça sevinmiştim. Çok önemli bir altyapıya sahip bir sinemanın Hollywood’a rakip olabilecek ölçüde bir film yapabildiğini görmek umut verici. Çok geçmedi ki, iyi ve başarılı işi ödüllendirmeyi seven Amerikan sisteminin gözünden kaçmadı bu film ve Oscar’landı. Ulusal bir hikayeyi ve temaları (korkular, tarihi gerçekler, kadın olmak, sanatçı olmak gibi) evrensel bir boyuta taşıyarak (Dondurmam Gaymak’ın tam da yetersiz olduğu nokta) anlatabilmiş Başkalarının Hayatı. Özellikle Amerika dışından gelen filmlerin büyük bir izleyiciye ulaşabilmesi için kullanması gereken en önemli strateji olmalı bu. Aynı zamanda uygulaması zor bir strateji.
Kendi doğallığına ya da yerelliğine sahip çıkarken, kendini başkalarına anlatabilmek gerçekten zor. Başkalarının Hayatı bunun altından başarı ile kalkıyor, ama ortaya da oldukça mutant ve bu açıdan ilginç bir film çıkmış. Filmi izlerken, sık sık oldukça iyi çekilmiş, büyük bütçeli bir Hollywood filmi izliyormuş gibi hissediyorsunuz. Hatta başrolde oynayan Ajan Weisler’in (Haneke’nin Ölümcül Oyunlar’ın Ulrich Muhe’si) gerek oyuncu olarak, gerekse fiziksel olarak Kevin Spacey’e benzerliği garip bir ilüzyon etkisi yaratıyor.
Alman doku korunurken, Hollywood’un sevdiği çizgisel anlatım ve mekan/oyuncu kullanımı büyük bir ustalıkla uygulanmış. Filmde Ajan Weisler tarafından dinlenen ve gözetlenen karakterlerden birisi olan tiyatro oyuncusu Christa-Maria rolündeki Martina Gedeck’in Kirli Sırlar’da ufak ama kendini gösteren bir rolü olması da, Başkalarının Hayatı’nın başarısının sınırları bayağı aştığının bir göstergesi gibi.
Filmdeki olaylar ince ince sondaki dramatik zirveye doğru işlerken, yönetmen üç karakter arasında yaşanan hikayeyi bir örümcek ağı gibi hassas gerilimler ile örüyor. Hollywood-Avrupa karışımını burada daha da hissetmek mümkün. Genel olarak Avrupa Sineması gerilimi insan psikolojisinin nüansları üzerinden kurarken, popüler Amerikan Sineması aksiyon üzerinden kurmayı tercih eder. BH’nin yönetmeninin Oscar’lık başarısı her ikisini kullanarak ve tam dozajında kullanarak süper bir gerilim yaratmasında... Bir yandan evlere konulara dinleme mikrofonları, devlet dairelerinin arka odalarında gerçekleşen psikolojik işkenceler, gizli toplantılar ile, diğer yandan üç ana kahramanın yaşadığı içsel çatışmalar ile geriliyoruz. Ve bu iki türden gerilimin etkileşiminden ortaya harika bir film çıkıyor.
Ayrıca söylemeliyim ki, filmin yönetmeni Florian Henckel von Donnersmarck Hollywood yönetmenlerini kıskandıracak ölçüde iyi bir tarihi dönem yaratıcısı. Film, resmen bir duvar ardında kalmış şehrin replikası gibi. Zamanda bir yolculuk yapmış ve karanlık bir organizmanın bedenini keşfediyor gibiyiz. Filtre kullanımı tam dozajında. Hiçbir yapaylık hissi vermiyor. Kapalı kutunun içinde kalmış bir şehrin içinde sistem tarafından gözetilen ve oynatılan kuklaları izliyor gibiyiz. Bir filmin ele aldığı hikayeyi bu şekilde dönüştürebilmesi gerçekten hayranlık uyandırıyor.
Tüm bunların yanında, bir de eğlendirebilmesi, tutkulu bir aşk hikayesinin ekseninde çekici olabilmesi ve tarihin bir sayfasına geri dönmeyi tetikleyen didaktikliği için mutlaka, ama mutlak görülmeyi (hatta birden fazla) hak ediyor.