Devrim Dediğin <br>Yavaş Olur...
Yazar: Ayşegül KesirliZaman içinde Emir Kusturica'nın dünyaya yayılan ünü, Balkan sinemasının da kendisi ile özdeşleştirilmesine sebep oldu. İzleyenlere hayallerle donatılmış, renkli bir dünya sunan ve hemen hemen her filminde çingenelerin yersiz yurtsuz, havai yaşam tarzını yansıtmaya çalışan Kusturica nedeniyle, karşımıza çıkan her Balkan filminde benzer bir atmosfer bulacağımızı zanneder hale geldik. Balkanlar'dan çıkan birçok yönetmenin Kurturica'nın izinden gidip, filmlerini onunkilere benzetme kaygısına düşmeleri de bu düşüncelerimizi körükledi. Romanyalı yönetmen Corneliu Porumboiu ise ilk uzun metraj filmi Bükreş'in Doğusu'nda bize sürükleyicilik açısından Kusturica kadar eğlenceli, fakat görsel olarak Kusturica'nınkinden farklı bir dünya sunuyor ve Balkan sinemasına dair yepyeni bir bakış açısına kavuşmamızı sağlıyor.
Bükreş'in Doğusu, basitçe 22 Aralık 1989 tarihinde Romanya'da gerçekleşen devrimin kendi kasabalarında da yaşanıp yaşanmadığını tartışmak üzere bir araya gelen insanların sıradan bir gününü anlatıyor. Filmin, hikayesinin içinde barındırdığı bu sıradanlık nedeniyle belirgin bir durağanlığa kapıldığını söylememek zor. Fakat bu durağanlık filmin vermek istediği "bu kasabada hiçbir şey değişmiyor" duygusuna başarıyla hizmet ediyor. Bununla birlikte yönetmen Porumboiu, birbirine benzer giyinmiş insanlardan, griden başka renge boyanmamış, eski püskü binalardan ve eski model arabalardan oluşan mekan kurulumu sayesinde, bu duyguyu daha da hissedilir kılmayı başarmış. Oldukça seyrek hareket eden kamerası ile de "yıllar geçse de bu kasaba ne ileri ne de geri gidiyor" mesajını izleyicinin zihnine kazıyabilmiş. Böylelikle film hem içeriği hem de öyküleme stiliyle kendi içinde son derece tutarlı bir grafik çizer hale gelmiş.
Filmin nasıl bir ritme ve atmosfere sahip olması gerektiğini başarıyla belirleyen yönetmen Corneliu Porumboiu, hikayenin içine yerleştirdiği simgeler ve metaforlarla da, filmin içeriğini zenginleştirmiş. Filmde olay örgüsü ile alakasızmış gibi görünen her küçük ayrıntı, içten içe hep belirli bir düşünceyi veya hareketi simgeliyor. Diğer yandan, hikayenin içinde önemsizmiş gibi görünen ikili ilişkilerin çoğu, kahramanların değişik kavramlarla kurdukları ilişkilerin fiziksel birer temsili olarak kodlanıyor. Bükreş'in Doğusu, görsel açıdan çok sade bir kılığa bürünmüş olsa da son derece ilgi çekici ve akıl kurcalayıcı bir yapım. Bu özelliklerini de görsel sadeliğinin altında yatan anlam zenginliğine borçlu.
Diğer taraftan filmin simgeler ve metaforlarla süslü bir anlam zenginliğine sahip olma telaşının, uzun bir süre boyunca karakterleri geri plana ittiği ve onları yakından tanıma fırsatını elimizden aldığı da belirgin bir gerçek. Bu durumun ilk başlarda öykünün sürükleyiciliğine belirgin bir şekilde ket vurduğu, hatta zaman zaman öyküsü akmaz hale getirdiği söylenebilir. Fakat ilerleyen dakikalarda hem sözü hem de kamerayı ele geçiren karakterler, esas kimliklerini yavaş yavaş açığa çıkarmaya başladıklarında film, bu kasvetli havasından ve durağan temposundan anında kurtularak, eğlenceli bir hareketlilik kazanıyor.
Çok ciddi bir konu tartışıyormuş gibi görünme telaşıyla gülünç duruma düşen ve konuşurken önemsiz ayrıntılara takılıp esas meselenin kıyısından bile geçmeyen karakterler, öyle merak uyandırıcı ve öyle eğlenceli ki, kameranın sabit bir açıda takılıp kalması veya mekanın hiç değişmemesi gibi özellikler izleyiciyi filmden kesinlikle koparmıyor. Dahası, yönetmenin kamerayı bu şekilde sabitlemeyi tercih etmesi ve kontrolü tamamen karakterlerin ellerine bırakması filme inanılmaz bir sıcaklık, sahicilik ve içtenlik katmış. Canlı telefon bağlantılarının absürtlüğü ve acemi kameramanın görüntü alma telaşı ile komedi öğelerine doyurulan film, hiç beklenmedik bir şekilde muhteşem bir güldürüye dönüşmüş.
Bükreş'in Doğusu'nu izlerken karşımıza çıkan manzara, kendi televizyon kanallarımızda sayısız örneğine rastladığımız hiçbir şeyden bahsedilmeden başlayıp biten tartışma programlarını o kadar çok hatırlatıyor ki, kahkahalarımızı tutamayıp kendimizi bu enteresan parodinin eğlencesine kaptırmadan edemiyoruz. Piscoci karakterini canlandıran Mircea Andreescu başta olmak üzere, bütün oyuncuların başarılı performanslarının daha da sürükleyici kıldığı film, Balkan sinemasının söyleyecek birçok sözü, dünyayla paylaşmak istediği birçok derdi olduğunu kanıtlar cinsten. Bükreş'in Doğusu, durağanlığın da kendi içinde bir ritmi olabileceğini, sadece görselliğin bile söz söyleme sanatına dönüşebileceğini sade ve esprili bir dille anlatırken, eleştirel yönünü de kaybetmeyen kaçırılmaması gereken bir yapım.