guzel bir senaryo yetenekli bir yonetmenin ellerinde, muhtesem oyuncu performanslariyla bir araya gelince ortaya ancak böyle bir saheser cikabilirdi. hiç tereddutsuz bugune kadar cekilmiş en iyi turk filmlerinden biri oldugunu söyleyebilirim, tek basina bile yeterince dokunakli olan sahnelerde isin icine muzik de girdiginde gozyaslariniza hakim olmak imkansizlasiyor. zaman zaman da gozlerinizde yaslar, gulerken buluyorsunuz kendinizi. mukemmmel reji, mukemmel oyunculuk... sinema koltugunu sarsacak boyutta hıckırıklara gomulmekten vakit buldugum anlarda araladıgım gozlerım yine bambaska seyler gordu perdede. bu kadar doğal, bu kadar içten, bu kadar çocuk gozlerle mi çekilir bir film; bir baba bu kadar parçalayasıya mı suclayabılır kendini, bir çocuk öylesine içinden mi kanayabilir dusunememıstım hıc aklım almazdı bu kadarını. yakışıklı deniz ellerıne aldıgında kamerayı ve guzel sonları cekeceğim bununla dediğinde yine çağan ırmak hatırlattı kendını. ve gozyaslarının arasında çemberimde gül oya’dan sonra yine, yenıden tesekkur aldı tum ızleyenlerden. son olarak iyi ki dogmussun deniz, hep guzel sonlar senın olsun... sadece darbe, insanlardan çalinan hayatlari, mutluluklari, türk insaninin naifligi,güzel kalbi,baba ogul iliskileri üzerine bir film degildi babam ve oglum:annenin geldikleri gece serdigi yer yatagindaki örtü’nün çocuklugumdakinin aynisi olmasi,annenin ellerinin üzerindeki kahverengi lekeler, üzerine yastik konmus salincak, okula kaç gün kaldiginin sayilmasi, hastane yatagindaki baba, agizlikli sigara, yer yatagi, yerdeki kilimler, babanin çocuklugunu merak etmek, dedenin sapkasi, girilmemesi gereken odalar, 'atlarin ayaklari acimaz mi?' sorusu, anne’nin hem avutan sesi hem dolan gözleri, ve 'evlatlar babalarini hep hatirlamak istedikleri gibi hatirlarlar, dimi sadik' sorusu... söyleyecek söz bulamadim, gözyaslarima karisti akti hersey. kendi kendime bi kere daha düsündüm 'insan büyüdükçe hayalleri de küçülüyor dimi?' diye...bana göre bu film hakkında daha yazılacak okadr fazla şey varki...bir kere kesinlikle duygu sömürü olarak çıkartılmamşış bir film bu düşünülerek çekilmiş olsaydı eğer en acıklı olacağı düşünülen sadık ın ölüm anı veya gömülüşü de ekrana yansırdı... bir insanın tüm duygularını yerle bir edebilecek kadar güçlü bir film. o kadar güçlü ki; film akıp giderken en ince detayı bile kaçırmamak için gözünüzden akan yaşlara aldırış etmeden kendinizi toparlamaya çalışıyor, etrafınızda hıçkırarak hatta böğürerek ağlayan bi dünya insan olmasına rağmen kendi hüznünüzün içinde kaybolup gidebiliyorsunuz. film bittiğinde size layık gördüğü tek duygu ise boşluk... o boşluk o kadar derin ki; haykırmak isteseniz bile boğazınıza düğümlenen betimlenmesi zor bir acı yüzünden haykıramıyor, haykırmayı başarsanız bile kendi sesinizin yankısını kimseye duyuramıyorsunuz... bir şeyler yarım kalınca boğazda bir yumruk oluşur ya hani, adem elması sanki gerçeklik kazanır ve konuşamaz insan. sevdiğini kaybeden bir insan, hayalini gerçekleştirmeyen biri ya da hayatın acı gerçeklerinin hayalleri sille tokat dövmesi gibi işte bu filmde bunların hepsinden birer parça vardı. filmden çıkınca herkeste bir yarım kalmışlık vardı filmde ailenin kaybettiği herşeyi sanki seyirci de kaybetmişti... bu filmde türkiye’nin çok acıtan,kapanmayacak yaralar açmış geçmişinde yok olup giden hayatlar;babalar-oğullar,başka tarafından da bakabilmiş,herkesin acısını hafifletebilmiş biraz 'deliler',bunları çizgilerdeki kahramanlarıyla karıştırmayı başarabilmiş ama zor taşıyabilmiş çocuk 'deniz'ler ve filmin en vurucu diğer yanı olan gözyaşıyla kahkahanın karışıp gittiği dakikalar var.teşekkürler çağan ırmak,çetin tekindor,fikret kuşkan,hümeyra ve tüm emeği geçenler.bu üstü kapatılmaya çalışan ya da unutulmaya yüz tutmuş geçmişi;gerçekçi,unutulamayacak şekilde içlerimize işleyen,suratımıza çarpan kusursuz filminiz için...