Hesabım
    2:37
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    2:37

    Saat <b>2:37</b>’ye Dikkat!

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Hayatınızda ilk defa ciddi bir film çekmeye kalkıştığınızda çevrenizdeki birçok kişi filminizde size en yakın gelen, en merak ettiğiniz hikayeyi anlatmanızı öğütler. Bu öğütten yola çıkarak veya çıkmayarak en yakınınızda olup biten, belki bizzat kendinizin deneyimlediği, kurcalamak istediğiniz bir öykü seçersiniz anlatmak için. Sonuçta öyle bir öykü anlatırsınız ki, ilk filminiz kişisel bir yolculuğa dönüşür. İfade etmek istediklerinizi filmin içine başarıyla yerleştiremeseniz de, bu yolculuk sayesinde hem kameraya ısınır, hem de kendinizi ve yakın çevrenizi daha iyi tanıma fırsatına sahip olursunuz. Fakat olur ya belki de ilk filminizde ortaya öyle muhteşem bir iş çıkarırsınız ki, Cannes Film Festivali’nde on yedi dakika boyunca ayakta alkışlarlar sizi.

    Aslında festival kitapçıklarındaki film tanıtımlarına pek güvenim yok. Çoğu zaman basitçe bir filmin konusunu içermekten çok, okuyanları cezbetmek için üzerinde uzun uzun düşünülerek yazılmış pazarlama amaçlı kilit cümleler barındırabiliyorlar. 2:37’nin Cannes Film Festivali’nde on yedi dakika boyunca ayakta alkışlanan bir film olarak tanıtılması da, içerisinde böyle bir pazarlama amacı taşıyordu bana kalırsa. Bu nedenle de filmin abartıldığı kadar etkileyici bir yapım olmayacağına inanıyordum ve filmi izlemek bile gelmiyordu içimden. Ancak izlemediğim takdirde bahsi geçen on yedi dakikalık saygı duruşunun gizemi, beni festival boyunca rahat ettirmeyecekti. Merakıma yenik düştüm ve filmi izledim. Sonuç olarak ortaya çıktı ki, ayakta alkışlanması gereken film değil, yaşından büyük işler başarıp, usta yönetmenlere başarılı göndermelerde bulunan genç yönetmen Murali K. Thalluri’ymiş.

    2:37’nin anlatmak istediği hikayeyi, bir ilk filmden beklenmeyecek kadar derli toplu, becerikli ve hatta kişilikli bir dille ifade ettiği bir gerçek. Anlattığı hikaye ne kadar bilindik olursa olsun, izleyicinin merakını film boyunca ayakta tutmayı ve kafasını kurcalamayı başarıyor. Tuvalet kapısının altından kan sızdığı telaşlı bir okul ortamında açılan film, bu sahneyi açıklığa kavuşturmadan yarıda bırakıyor. Saatler öncesine dönerek bu olay yaşanmadan önce okulda neler olduğunu anlatmaya başlayan film, aslında bütün süresi boyunca tuvalette kendine zarar verdiği tahmin edilen kişinin sırrını çözmekle uğraşıyor. Bu sırrı çözerken çeşitli anlatım oyunlarına başvuran yönetmen Thalluri, bir yandan seyircinin merakını kamçılarken, bir yandan da eşcinselliğini çevresine kabul ettiremeyen genç bir erkek, bulimik bir popüler öğrenci, kazara hamile kalmış çaresiz bir genç kız gibi stereotipik karakterlerle on yedi yaşın korkutucu gerçekliğini gözler önüne seriyor.

    2:37, üzerinde Gus Van Sant’ın ve Larry Clark’ın izlerini taşıyan bir film. Thalluri’nin kamerası film boyunca Gus Van Sant’ın Fil filminde olduğun gibi belirli öğrencilerin peşine takılıyor. Fakat Thalluri’nin karakterleri Gus Van Sant’ınkiler gibi yönetmene sırtlarını dönmüyor, kameradan tedirgin olmuyorlar. Bu karakterler gün içinde gerçekleştirdikleri en sıra dışı ritüellere, ritüel aletleriyle doldurdukları okul çantalarının içine yönetmeni resmen davet ediyorlar. Kimseye anlatmaya cesaret edemedikleri, kimseyle paylaşamadıkları en derin sırlarını bile Thalluri’nin kamerasına anlatıyor, sanki anlattıkça rahatlıyorlar. Daha önce filmin odak noktasında gösterilen olayların ilerleyen sahnelerde arka planda tekrar etmesiyle filmdeki karakterlerin birbirlerine göre nasıl konumlandıkları, hangi saatte, hangi olayın ortasında, ne yapmakta oldukları izleyiciyle paylaşılıyor. Bu paylaşımın filmin içinde önemli bir motivasyona sahip olması bir yana, filmine Gus Van Santvari bir şıklık kattığı da ortada.

    Filmin ilerleyen sahnelerinde ortaya çıkan ürpertici gerçeklerin, bizlere Larry Clark filmlerinin tedirgin edici havasını hatırlattığını söyleyebiliriz. Zaten yönetmen Thalluri’nin kendisi de bir söyleşisinde, yaşça büyük birçok yönetmenin bugünün gençliğini çok yanlış algıladığını, Larry Clark’ınsa filmlerinde insanı acıtacak kadar dürüst olabildiğini belirtiyor ve 2:37’de Larry Clark’ın filmlerinde yakaladığı dürüstlüğü yakalamaya çalıştığını da ekliyor.

    Bu dürüstlüğü, karakterleri gözetleyen kamerasıyla bir yere kadar yakaladığını söyleyebiliriz. Hikayeyi bölen ve karakterlerle röportaj yapılıyormuş hissi yaratan belgeselvari görüntülerle aynı dürüstlüğü devam ettirmeye çalışıyorsa da, bana kalırsa bu yöntem, filmin profesyonel duruşunu biraz zedelemiş. Filmi gereksiz yere dramatikleştirmiş, karakterleri birer kurgu karakter olmaktan çıkarıp insancıllaştıracağına yapaylaştırmış. Eminim Larry Clark, benzer bir his yaratmak için karakterleriyle röportaj yapmak yerine çok daha sert, çok daha açık yöntemlere başvururdu.

    2:37, gerek çetrefilli anlatımı, gerek görselliğiyle gerçekten de başarılı bir film. 1984 doğumlu bir yönetmenin ilk filmi olmasına rağmen kendisinden beklenmeyen bir profesyonellikle tasarlanmış, usta yönetmenlere yaptığı göndermelerle anlam yoğunluğu kazanmış. Thalluri, takdir edilesi bir iş çıkarmış ve umut vaat eden genç bir yönetmen olduğunu hissettirmiş. Ben filmi abartıldığı kadar etkileyici bulmasam da, keyifle izledim ve öyküsünün tedirgin edici gerçekçiliğini de oldukça cesur buldum. Sinema kariyerine öncelikle kendi hikayesini anlatarak başlayan yönetmen Thalluri'nin ileriki projelerini takip etmekte yarar olduğunu düşünüyorum.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top