<b>Sorun Yaratan Adam</b> Kim?
Yazar: Orkan ŞancıAnlatılacak herşey bitmiş olsa, her gün yüzlerce kitabın yayınlanmasına ne diyeceğiz? Sinemadan anladığımız sadece Hollywood ise ve artık filme çekecek bir öykü kalmadığını düşünüyorsak Kuzey'den gelen bu akıllı yaşam belirtisini nasıl açıklayacağız?
Norveç gibi AB ortalamalarının bile üzerinde refaha sahip bir ülkeden böyle bir filmin çıkmasına çok da şaşmamalı. Refah içindeki Kuzey ülkelerinde intihar oranlarının neden bu kadar yüksek olduğu hep sorulageldiğinden kelli, filmimiz kendini bu konuya eğilmekle görevlendirmiş. Sonuç, son derece içten...
Fazla gelişmişlikle mutluluğun koşut olmadığını anlatan bu minimalist sinema örneği, Cannes dahil festivallerde jürinin aklını başından almış. İstanbul Film Festivali sayesinde haberdar olduğumuz, izleyerek son derece isabetli karar verdiğimizi düşündüğümüz Sorun Yaratan Adam (Den Brysomme Mannen), 40 yaşlarında Andreas adlı bir adamın hiç tanımadığı bir kente gelişini, burada kolayca iş bulmasını, akabinde yeni dostlar ve bir sevgili edinmesini anlatıyor. Ama Andreas, bu refah içindeki kentte yolunda gitmeyen birşeyler olduğu kuşkusuna kapılıyor (uyumsuzluk işte). Yönetmen Jens Lien, Spike Jonze'nin John Malkovich Olmak'ını andıran içgüdülerle sahnelerini birer birer örüyor; bu kusursuz kentte tek kusurlu olan Andreas'mışcasına matrak bir 95 dakika kurguluyor.
Bu 'uyumsuz' adamın öyküsü, sahip olduğu tüm minimalist sinema özellikleriyle ruhumuzu sarmalıyor. Andreas, sevgililerin birbirleriyle gözleri açık biçimde öpüştükleri bu ruhsuz şehirde, kurtuluşun 'diğer tarafta' olduğunu düşünmeye başlıyor. Ya hızla giden trenin önüne atıyor kendisini, ya da bir apartman dairesinde keşfettiği, içinden güzel müzik ve kokunun yayıldığı (vajinayı andıran) ovuğa girmeye çalışıyor ( belki de en başa dönme çabası). Bu önlenemeyen 'diğer tarafta' olma isteği, onu daha da uyumsuz yapıyor.
Sorun Yaratan Adam, herşeyin otomatik olduğu, eşyaların insanları, bedenlerin aşkları satın aldığı, rahat ama ruhsuz, aşksız, ahlaksız bir dünyada geçiyor. Uyumsuz olanların dışlandığı, kendi katı kuralları olan bu dünya bize biraz da açlık, hastalık ve savaşlar yüzünden ölen milyonları 'öteki' diye sınıflandıranları hatırlatıyor. Kendi katı kurallarıyla kendilerini hapseden toplumlara yönelik eleştiri çok ender bu kadar incelikli, ironik ve minimalist olabilir herhalde. Üstelik bu eleştirinin "hey, böyle bir topluma doğru gidiyoruz" diye bağıran, o kalabalığın bir üyesinden geliyor olması başlı başına önemli.