Dante 01
Yazar: Zafer İlbarsKayıp Çocuklar Şehri ve Şarküteri'de Jean-Pierre Jeunet'in ortağı olan, film yapımcılığı kadar çizerliği ve grafik tasarım hünerleriyle de isim yapmış Marc Caro'nun bir başına yaptığı filmi Dante 01, tahmin edildiği üzere çizgi roman estetiğiyle bilimkurgunun yoğrulduğu, kağıt üstünde değişik ve ilgi çekici bir yapım. Ama Caro; dinsel metaforların zorlamalığı, ağır felsefe yapma talihsizliği, beklenen düzeyde olmayan görüntü işçiliğiyle tatmin edici olmayan bir iş çıkarmış ortaya.
Atmosfer yaratma hususu elbette böyle bir film için olmazsa olmazlar arasında. Özellikle Jeunet-Caro ortaklığında görsel efektlerde ve set tasarımında daha fazla sorumluluk alan Caro'nun solo denemesinde bu yöndeki maharetini konuşturacağını düşünüyorduk.
Caro standartlarını düşünürsek, sırtını neredeyse tamamen klostrofobiye dayamış bir atmosfer görüntüsü bizi büyülemekten ziyade sıkıyor. Çoğu bilimkurgu filmde kapalı alan öğesinin kullanımı olmazsa olmazlardandır ve hikâyenin gücüne güç katar ama bu durum gerçekten bir klişe olmuş. Bunu resmen ilan etmek gerekiyor ki edilmiş de olabilir!
Filmi izleyenler hemen bir Alien havası yakalayacaktır. Kapalı alanın yarattığı müşküliyet ve psikolojik cendere, bu filmde epey zorlama bir hava yaratıyor. Denenmiş ve başarılı olmuş bir durumun üstüne hiçbir yenilik koyamıyor. Aksine nafile bir tekerrür hissiyatı yaratıyor ki, filmi sevmemiz için bu başlı başına bir engel. Alien'in ekmeğini yiyeceğine, bayat bir dilim ekmek çıkarıyor ortaya.
Caro, bir çizgi romancı olarak, sinema perdesinde hayal gücünü kısıtlamayı kendince doğru bulmamış. Sinemanın çizgi romana göre sınırlayıcı olmasına aldırış etmeden özgür davranmak istemiş. Bu, Caro'nun bir taraftan da gişe kaygısız, sinema seyircisinin olası memnuniyetsizliğini göze almış bir hissiyatla bu işi kotarmaya çalıştığını gösteriyor.
Kendi içinde saygı duyulacak bu davranış, özellikle çizer kimliğini seven çizgi romancıların epey takdirini kazanabilir. Ama sinema da gişe, dişleri sivri, iştahı her daim kabarık bir canavardır. Bu nedenle Caro'nun sinemadaki solo kariyeri risk içeriyor diyebiliriz. Yine de hayalperest insanların cesurca denemelerine içerik olarak burun kıvırsak da, tavırlarına ve duruşlarına da aynı derecede saygı duymak gerekiyor.
Jeunet'in de hikâyeciliğinin eksikliğini fazlasıyla hissediyorsunuz bu filmde. Hikaye kasvet ve bitmek bilmeyen bir karanlıkta geçiyor ki bıkkınlık yaşamamak epey zor. Finalde mürettebat ile mahkumların birlikte hareket ederek kader birliği yapmaları pozitiflik namına gözlemleyeceğimiz yegane durum. Ama final, bu anlamda başka bir talihsizliğe yol açıyor. İnanılmaz bir mesaj bombardımanına maruz kalıyorsunuz.
Yordukça yoruyor film sizi. Aziz George ve İsa koşutluğu, sesler, ısı ve ışık cümbüşü hem görsellik hem de anlatım anlamında, ağır sıklet bir boksörden üst üste yenilen yumruklar misali yorgunluk ve bezginlik yaratıyor. Felsefe ve dini mesajlardan türetilmiş bir bilimkurgunun yarattığı hissiyatı belki böyle bir benzetme anlatabilir. Filmi izlerken bulunduğum ortamda bir havlu olsa hiç çekinmeden atardım.