Hesabım
    Oyun
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Oyun

    <b>Oyun</b>a Geldik...

    Yazar: Misafir Koltuğu

    Sınırlar her zaman o kadar belirgin midir? Yoksa bizler mi bölüp parçalamayı, farklı bölgeler kurup, bu bölgeleri farklı isimlerle adlandırmayı çok severiz? Ve sinema filmi kavramına da hakkı olan payı vermeyi, biz sinemaseverler olarak, unutmayız. Ama Pelin Esmer'in Oyun filmi sanki alışılmışın dışında birşeyler söylüyor. Üstelik, bu söylediğini de mesaj vermek kaygısıyla yapmıyor; sadece kurmacayla gerçeği bir araya getiriyor ve olan oluyor.

    "Çevremdeki herkes farklı roller oynuyor, bunu nasıl anlatırım" düşüncesiyle köy öğretmenine giden köylü kadın Ümmiye'nin bu girişimi, bir tiyatro oyunu yapma düşüncesine dönüşür. Köy kadınlarının gerçek hayatta yaşadıklarını "Kadının Feryadı" adlı tiyatro oyununa yansıtılma sürecindeki hazırlıkları da Oyun filminin konusunu oluşturuyor.

    Filmle birlikte işin içine kameranın girmesi ise akla şu soruyu getiriyor: Köy kadınları kameraya mı oynuyor, yoksa kamera yokmuşçasına kendilerini mi oynuyor? Bu sorunun cevabını da film, hem konusuyla hem tarzıyla kendisi en iyi şekilde veriyor. Evet, kameraya oynuyorlar, ve evet, kendilerini oynuyorlar. Çünkü, "Oyun" belgesel ve kurmaca arasında oynanan bir oyundan ibaret.

    Belgesel ve kurmaca arasındaki bu gel-gitin sebebi, tiyatro oyununun gerçek hayattan yola çıkılarak yazıldığı gerçeğine filmin bağlı kalmak istemesi. Tiyatroya hazırlık sürecini, yerinde bir tercihle, kronolojik olmayan bir sırayla veren filmin ilk sahnesinde, tiyatro oyununun son sahnesi gösteriliyor, ve tiyatro oyuncuları seyircileri selamlıyor. Film boyunca, film izleyicisinden, oyuna hazırlık süreci kendi hayatlarının bir parçası olmasına rağmen, sanki bu gerçek değil de oyunmuş gibi düşünmesi bekleniyor.

    Bu yönüyle film, oldukça etkili bir şekilde hem gerçek hayattaki kurmaca, oyun, rol payına, hem de kurmacadaki gerçek hayat payına vurgu yapıyor. Böylelikle film izleyiciye bir yandan Arslanköylü kadınların hayatlarından kesitler sunarken, bir yandan da bu amatör tiyatrocular üzerinden sanat ve sanatçı olma durumuna dair gözlemlerini dile getiriyor.

    Kendi hayatlarından yola çıkarak giriştikleri tiyatro oyunu adeta yine kendi hayatlarına dönüp geliyor. "Duygularım değişti, ne dense densin tiyatroya giderim; tiyatro ile değiştim" diyor biri, "Tiyatro başladığından beri kocalarımız değişti" diyor diğeri. Hepsi, tiyatro oyunu sayesinde kendilerine daha çok saygı duyulduğu, tiyatro oyunu aracılığıyla kendilerini ifade edip savunabildikleri, kısacası bir anlamda özgürlüklerini kazandıkları fikrinde birleşiyor.

    Ancak "sanat demek özgürlük demek" gibi klişe bir tutum takınmadan, tartışıyorlar "kimin gerçeği, kimin özgürlüğü" diye: "Özgür düşünce var diyorsunuz ama Ümmiye'nin dediği oluyor hep". Sanat ve özgürlük arasındaki ilişkiye yaklaşımlarını sanatçı olma durumunun getirdiği sorunlarla da ilişkilendiriyorlar. "Rolü ezberledim, aklımda da, aklım kırk bir yanı dolaşıyor" diyerek biri, sanatçı olarak oyunda oynadıkları rolden başka, birey olarak toplumda, özellikle ailede oynadıkları ebeveyn, eş gibi rollere de dikkat çekiyor. Çünkü sanatın(ın) sanatçıya getirdiği özgürlük de, toplumun bireyi olmanın getirdiği sorumluluklarca gölgeleniyor.

    Belgesel ve kurmacanın iç içe kullanımıyla ortaya çıkan film, sanatçının kendi toplumsal hayatı ile sanatçılık hayatının da ne kadar iç içe olduğunu gösteriyor. Öyle ki, aynaya bakarak evinde ezber yapan bir Arslanköylü kadının konuşmalarının devamını tiyatro sahnesinde oyuncu kimliğinden dinlemeye devam ediyoruz. Böylelikle, film, bir tiyatro oyunun hazırlık sürecinin anlatımı olmaktan çıkıp, toplumun bir bireyi olan sanatçının geçirdiği yaratma sancılarını ve hazlarını, bunun onun "sanat"ına olan etkisini konu ediniyor- tiyatroyu ilk kez deneyen Arslanköylü kadınlar üzerinden.

    Bütün bu konunun başarılı bir şekilde ele alınışında, Esmer'in belgesele bakış açısının payı çok. Film kavramını, belgesel ve kurmaca diye ikiye bölüp, bunları sınırlarla birbirlerinden ayıran geleneksel bakış açısını tersyüz eden Esmer, yönetmen-oyuncu, gözleyen-gözlenen / belgeleyen-belgelenen, gerçek olan-oyun olan gibi ayrımlar yapmadan, adeta kamera yokmuş ve Arslanköylü kadınlarla eşitmişcesine davranıyor; onlar gibi şalvar giyiyor, onlarla yiyip içiyor, onlarla dertlenip gülüyor. Filmin bir kısmında görünmesi ya da sesinin duyulması ise hiç sorun teşkil etmiyor. Aynı şekilde Arslanköylü kadınlar da, kişisel öykülerinin dokunaklılığına rağmen, kendilerini duygu sömürüsüne kaçmadan ifade ediyorlar. Böylece köylü kadınlarla kentli kadınlar(ın bir temsili olan Esmer) arasındaki sınırlar kalkıyor. İzleyici de bunu önce kendi bakış açısında hissediyor.

    Arslanköylü tiyatrocu kadınlardan bahseden "Torosların Asiyeleri" başlıklı bir gazete haberiyle Mersin yollarına düşen Esmer, filmin çekimlerini beş buçuk haftada düşük bir bütçeyle tamamlamış ve filmin galasını da köyde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde yapmış. Ataerkil bir kültürde kadın olmanın getirdiği sorunlara da değinen film, yine de umut dolu içten gülümsemesini koruyor. Filmi izlerken, bu sıcaklık beni sardığı gibi sizi de sararsa, siz de filmdeki küçük kusurların lafını bile etmeyebilirsiniz.

    Öykü Gizem Gökgül

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top