Yeterince Midemiz Bulandırılmadı mı?
Yazar: Oktay Ege KozakTestere 3, Amerika'da her yıl 31 Ekim'de kutlanan Cadılar Bayramı tatilini hedef alarak para kazanmayı planlayan ünlü film serisinin üçüncüsü. Bu seri, Cadılar Bayramı'nı orijinal Cadılar Bayramı filminden bile daha fazla kullandı. Testere 3'ün açılış haftasonunda 30 milyon doların üzerinde kar yapmasının ardından, Testere 4'e anında yeşil ışık yakıldığını aklımızda tutarsak, bu deliliğin sonu yakın değil gibi. Bu serinin garanti bir box-office karı getirmesi için Cadılar Bayramı ile aynı gün vizyona girmesi aslında biraz hüzünlü bir durum çünkü Cadılar Bayramı, kendi doğası içerisinde saçma ve eğlenceli bir tatil ve Testere'nin devam filmleri her geçen sene bir öncekinden daha da katlanılmaz, iğrenç ve tastamam tatsız birer deneyime dönüşüyor.
İşler böyle giderse, Testere 4'ün konu ve senaryo ile bağlantılı bütün elementlerinden kendini sıyırıp seyirciye iki saat boyunca zavallı bir adamın el ve ayak tırnaklarının teker teker sökülmesini izlettirmesi çok da uzak bir ihtimal değil. Ne kadar eğlenceli bir fikir, değil mi?
Bu türden bir filmi "iğrenç" sıfatı ile damgalayanlara karşı "Gore hayranları", korku sinemasının kendi kuralları ve hayran kitlesi olan, kendine ait bir muhit olduğunu, birkaç kilo sahte kan ve bağırsak kalıntılarına katlanabilecek güce sahip değilseniz, korku filmlerinin size göre olmadığını söyleyeceklerdir. Zira internet forumlarında bu türden eleştirilere gelen yanıtlar bunu gösteriyor. Ancak seksenlerin slasher filmleri (Elm Sokağı Kabusu, Cadılar Bayramı ve 13. Cuma) ile büyümüş ve sonradan Nosferatu ve Universal Stüdyo'larının orijinal canavar fılmlerinden başlayarak korku sinemasına aşina olmuş kişilerin yorumları bir nebze de olsa dikkate alınmalı diye düşünüyorum.
Kendi adıma, eleştirimi okuyacaklara Fangoria kimlik kartımı gösterdikten sonra şu analizde bulunmak istiyorum: Testere 3 ve Kurt Kapanı gibi yeni nesil işkence filmleri, korku filmi türüne sahip değil. Bu filmler, seyircisinin akşam yemeğini geri çıkartması için elinden geleni ardına koymayan, methedilmiş sahte snuff filmi örnekleri. Ve hayatı boyunca en az bir kere kusmuş birinin de size söyleyebileceği gibi, pek de eğlenceli birer deneyim değil. Yanlış anlaşılmasın, ben filmin aşırı kan kullandığını savunan sinema püristlerinden değilim. Sonuçta Testere 3, Şeytanın Ölüsü ve Peter Jackson'un Dead Alive filmleri kadar kan ve gore'a sahip değil ve ölü ceset sayısı, herhangi bir 13. Cuma filminden çok daha az.
Savunmaya çalıştığım nokta filmin eğlenceli bir seyir olmayışı. Korku filmerinin eğlencesine ne oldu? Eğer aşırı kan ve gereksiz şiddetten katartik bir deneyim yakalayamayacaksak ne mantığı var? Çocukken arkadaşlarımla beraber peşpeşe bir "slasher" filminden diğerini izlediğimiz günleri şefkatle anıyorum. Tabi ki kesilmiş kafalar, kollar ve başka uzuvlar etrafta uçuşuyordu, ama bu görüntülerin hepsinin sahte olduğunu ve hiçbirin filmi çeken sinemacılar tarafından ciddiye alınmadığını biliyorduk. Orijinal Elm Sokağı Kabusu'ndaki, Johnny Depp'in yatağının içine çekilip tavana litrelerce kanın sıçradığı sahne akla geliyor ki, sadece bu sahnede Testere 3'te kullanılandan üç kat daha fazla kan kullanılmıştı.
Bu sahneyi Testere 3'te gösterilen herhangi bir işkence sahnesi ile karşılaştırabiliriz: Akla ilk gelen serinin psikopatı Jigsaw'ın kurbanlarından biri olan yargıcın, bir kuyunun dibine kitlenerek, kurtlarla kaplı çürümüş domuz püresi içinde yavaş yavaş boğulduğu sahne. Bu durumun içinde gizli saklı bir espri anlayışı yok ve yönetmen sahneyi olabildiğince ciddi bir bakış açısı ile aktarıyor. Yine de bunun sebebi olarak belki de durumun yarattığı gerilim elementinin olabildiğince sinir gerici bir beklenim yaratmaya çalışması öne sürülebilir, sonuçta "domuz püresi" kurbanı boğulurken başka bir karakter onu kurtaracak anahtarı arıyor. Fakat başka bir kurbanın, yere bağlı demir zincirler derisinin içine geçirilmiş bir halde, odanın içindeki bomba patlamadan odadan çıkmaya çalıştığı sahneyi ele alalım. İlk olarak bu durumun sonucunu seyirciye gösteren bir polis araştırması sahnesini izliyoruz. Daha sonra bu zavallı zincir kurbanının başına ne geldiğini detayları ile izliyoruz. Önceden gelen polis araştırması sekansı sayesinde, bu bahtsız durumun sonunda kurbana ne olduğunu zaten önceden bildiğimize göre, bu geri dönüş sahnesinin amacı ne? Bize görsel bir işkencede bulunması mı? Ve eğer durum bu ise, neden isteye isteye kendimizi bu tür bir muameleye maruz bırakalım?
Testere 3'ün konusu en iyi tanımıyla saçma ve zayıf. Filmin sonunda bir çeşit konu dönümü var gibi ama varolmasının tek sebebi her şeyden çok ilk filmin de yazarı olan Leigh Whannell'in kendini saygı duyulan bir yazar olma ilüzyonuna kaptırması ile bağlantılı. Oğlunu arabayla ezip kaçan adamdan intikam almaya kararlı kederli bir baba ile Jigsaw'ı canlı tutmak için kaçırılan bir doktor etrafında geçen hikaye, olabildiğince çok mide bulandırıcı işkence sahnesini biraraya sıkıştırabilmek için yaratılmış bir oyalanmadan ileriye gidemiyor. 13. Cuma filmlerinin hiçbiri, çok daha Shakespeare-yen değildi ama en azından kafası kopmadan önce ince mayosuyla sağda solda koşturarak, inanılmaz derecede kötü oyunculuk kabiliyetlerini gösteren bir "kendini bilmez slasher genci" ile gözlerimizi doyuruyorduk. Temel içgüdü ve erkeksi insan doğası kavramında bu sahneler en azından ilgi çekici idi. Testere 3'ü ilgi çekici yapan ne? Sindirimi kolaylaştıran ilaçları olduğundan daha çekici kılmak dışında?
İlk Testere filmi ilginç bir fikirdi. İlginç ve sinir gerici sahnelere ve az çok akıllı bir konu dönümüne sahipti. Genç ve hırslı bir yönetmen-yazar ekibi tarafından çabucak elden geçirilen, bu sayede taze bir hava sergileyen düşük bütçeli bir korku filmi idi. Fakat başarılı olduktan sonra Hollywood bu seriyi ele aldı ve bir tek işkence sahnelerini elde tutarak geriye kalan herşeyi elden çıkaran bir markaya dönüştürdü. Sonuç ise tekrarlayıcı, çürük, gereksiz bir ceset, kurtlarla kaplı o ölü domuzlar gibi.