Lütfen Başa Sarın
Yazar: Serdar KökçeoğluGenç kuşak ve her yaşta genç izleyici olarak kalabilenler Fransız sinemacı Michel Gondry'nin filmlerini çok seviyor. Gondry, sinemanın temel kurallarıyla legolarla oynar gibi oynayan ve ortaya her tür izleyicinin ilgisini çekebilecek oyuncaklı, son derece orijinal filmler çıkaran bir grubun en romantik temsilcisi. Ayrı bir yazının konusu olabilecek bu grup içinden Gondry ile birlikte Spike Jonze ve Harmony Korine (Mister Lonely biraz hayal kırıklığı!) gibi isimleri sayabiliriz. Hepsinin ortak özelliği müzik dünyasına yakınlıkları ve video klip, reklam filmi ve kısa film estetiklerini uzun metrajın formüle dayalı, hantallaşmış anlatım biçimlerini kırmak için yaratıcı bir şekilde kullanıyor olmaları.
Gondry'nin bu fantastik grubun en romantiği olduğunu söylemiştik. Yönetmen video kliplerindeki çocuksuluğu ve hiperaktif hayalgücünü sinema filmlerine aktarmakla kalmadı, romantik komedilerin yanından bile geçemediği sahici (ama sıkıcı değil) bir aşk duygusu yaratmayı da becerdi. Sil Baştan'ın girişinde yer alan ve defalarca izlenebilecek karşılaşma sahnesi ve Rüya Bilmecesi'nin umutsuz ilişkisi hatırlatılabilir. Michel Gondry'nin sevimli deneysel sineması gücünü en çok orijinal fikirlerden, daha çok çizgi roman sayfalarında kalmış naiflikten ve etkileyici aşk hikayelerinden alıyor. O zaman hemen soralım; acaba yönetmenin son filmi Lütfen Başa Sarın'ın yönetmenin önceki filmleri kadar beğenilmemesinin nedeni etkileyici bir aşk hikayesine yer vermemesi olabilir mi?
Şüphesiz hiçbir yönetmen filminde bir aşk hikayesine yer vermediği için suçlanamaz. Fakat söz konusu Michel Gondry olduğunda, kesinlikle romantik olmayan, seksenlerin nerd kahramanlarını hatırlatan başrol oyuncularına rağmen gözlerimiz etkileyici ve hüzünlü bir yakınlaşma aramıyor değil. Fakat yönetmenin bu defa derdi çok başka ve aslında büyük oranda da amacına ulaşıyor. Sadece, bir kısa filmin sınırlı süresinde rahatlıkla anlatılabilecek bir öyküyü uzatmayı tercih ederken senaryonun bütünlüğünü kaybediyor ve haklı soru işaretleri doğuruyor.
Lütfen Başa Sarın, bir yandan, seksenli yıllara özlem duyanların, artık bıkkınlık getiren seksenler partilerine gidenlerin kısa sürede kültleştireceği bir parti filmi. DVD kültürüne sırtını dönen, tozlu video kasetlerden yolunu bulan ve video çağının en çok kiralanan filmlerini yeniden çeken iki kafadar var karşımızda. Biz aslında bu kafadarların bir benzerini daha orijinal ve keyifli bir senaryo eşliğinde Kevin Smith filmlerinde de görmüştük, ama olsun. Star Wars'ın ev yapımı fan filmlerini partilerde izleyen sinefil parti insanlarının bu filmi de listelerine alacağına şüphe yok.
Öte yandan, Gondy'nin bu light hikaye ile Fransız bir sinemacının gözüyle Hollywood'un kısa tarihini anlatmakta olduğunu da söyleyebiliriz. Bizim remake'çiler üzerinden biraz bağımsız sinemacıların durumunu da ortaya koyarak, aslında filmde elden geçirilen ağır Hollywood filmlerinin ne kadar kolay harcanabilir olduğunu ortaya koyuyor. İzleyici bir Robocop filmi izlemek isterken, kasedin içinden çıkan komik remake'ine bağlanıyor ve bir anda orijinalini bile unutuyor. Korsan/kopya çağına da bu yakışır doğrusu.
Gondry remake'ler sayesinde ayakta duran Hollywood'a nanik yaparken, bağımsız sinemacıların daha yaratıcı ve parlak işlere imza attığını söylüyor ve remake öyle olmaz, böyle olur diyor sanki. Yani Lütfen Başa Sarın'ı Hollywood kolaycılığı (hap yap para kap!) ile Bağımsız/amatör sinemacı kolaycılığının (ne kadar az, o kadar çok!) bir karşılaştırması olarak okuyabiliriz. Michel Gondry'nin bu seksenler güzellemesi ile söylediklerine hak vermemek mümkün değil. İnsanların daha orijinal ve yaratıcı filmlere olan açlığını biraz fazla romantik bulsak da, anlaşılır buluyoruz. Fakat bu filmin her şeye rağmen Gondry'nin en iyi çalışması olmadığını da hatırlatmak gerekiyor.
Yok, öyle çok fazla aşk meraklısı da değiliz, fakat Lütfen Başa Sarın, bir sorunun cevabını izleyiciden esirgiyor sanki: Bütün bu sıradan blockbuster izleyicileri, bizim amatör sinemacıların filmlerinde ne buluyor? Acaba Gondry bu filmi yapmak yerine klasik bir Hollywood filmini amatörce çekseydi, derdini ve yaratıcılığını daha mı iyi ifade ederdi? Belki de.