Samuraylar İçin Bir Ağıt
Yazar: Ertan TunçSinemacılar belli dönemlerin yarattığı bazı şartlar içinde kendi ülkelerinin yapıtaşları sayılabilecek bazı öğeleri tarihi gerçeklerden büyük ölçüde soyutlayıp abartarak, olduğundan farklı gösterme eğilimi içine girmişlerdir. Nasıl bizde bazı tarihi kahraman filmleri akıllara seza olaylar içeriyor ve onbinlerce şehit verilerek alınmış tarihi öneme hazi yerlerin tek bir kişi tarafından fethedildiği resmediliyorsa, bu uzak doğu filmlerinde de genel olarak böyle olagelmiş ve özellikle Japon Samuray kültürü ve yaşayışı benzer bir şekilde mükemmel olarak lanse edilmeye çalışılmıştır.
Ama gerçek pek de öyle değildir. Asıl kahramanın onlarca savaşçıyı tek bir yara bile almadan parçalara ayırdığı, çağın olumsuz koşullarından etkilenmeyen, kılıç kullanma eğilimi hastalık düzeyine çıkmış ve ailesi veya kaybedecek birşeyi olmayan kahramanların anlatıldığı sayısız samuray filmi vardır. Açıkça itiraf etmem gerekirse birçok sinemaseverin aksine ben, bu vurdulu kırdılı filmleri, gerçekle hiçbir bağını koparmamış, ayakları yere sağlam basan samuray dramalarına -bir seçim söz konusu olursa- tercih ederim ama böyle bir drama olan Alacakaranlık Samurayı filmini çok beğendiğimi de söylemeliyim.
İlk olarak Mizoguchi daha sonra ise Kurosawa uluslar arası arenada kazandıkları haklı şöhretleri nedeniyle, Japon samuray kültürünü dış dünyaya tanıtmaya başlayan sinemacılar oldular. İkinci Dünya Savaşında'ki Kamikaze eylemlerine herhangi bir anlam veremeyen Batı toplumu zaten bu davranışı yaratan bir kültürü tanıma merakı içindeyken, Japon sineması buna cevap vermekte gecikmedi. Özellikle vahşi batı çağı ile özdeşleşen/benzeşen japon restorasyon dönemlerinde yaşananlar Amerika Birleşik Devletleri'nde büyük yankı uyandırdı.
O yüzden orjinal adı, sadece Zatoichi olan bir film uluslar arası dağıtıma çıkarken "Kör Kılıç Ustası" ekini, orijinal adı sadece Alacakaranlık Seibei olan bir film de Alacakaranlık Samurayı adını almak zorunda kalmıştır ve kalacaktır. Çünkü batı toplumunun merak ettiği sadece Seibei'nin dramı değil, samuray olan Seibei'nin dramıdır.
Fujisawa'nın üç ayrı romanından uyarlanan filmin yönetmeni Yoji Yamada'dan yıllardır bir samuray filmi bekliyordum açıkçası ama bu tip bir film beklemiyordum. İnanılmaz bir disipline, sadakate ve eğitime dayanan Bushido öğretisine sahip samuraylar hakkında, yani ciddiyetin doruğunda yaşayan ve ölen bu insanlar hakkında müptelası olunabilecek bir komedi bekliyordum ustadan ama olmadı. Yamada; Mizoguchi, Kurosawa ve Inagaki'nin açtığı yoldan gitmeyi yeğledi. Yer yer Ozu'nun sadeliği ve dramatürjisini, Mizoguchi'nin trajedisini ve Kurosawa ve Inagaki'nin görselliğini yakalayan Yamada, Alacakaranlık Samuray ile bu türe çağdaş bir bakış, gerçekçi bir üslup getirmeyi başarmış gözüküyor.
Eşini veremden kaybeden, iki küçük kızı ve bunamış annesi ile beraber yoksulluk içinde yaşayan kısa-kılıç ustası samuray Seibei'nin yaşamını ve sancılı aşkını, siyasi, toplumsal ve ekonomik baskıların merkezine ustalıkla yerleştiren yönetmen dönemin tüm panoramasını büyük bir içtenlikle ve gerçeklikle yansıtmış.
Yönetmenin gerçekliği yakalayan bir başka yönü ise, kuşkusuz kılıç dövüşüne yaklaşımı. Film boyunca kılıç dövüşünün -Kurosawa'nın Rashomon'da gösterdiği gibi- hiç de basit bir şey olmadığı ve bir samurayın sadece zorunluluk durumunda kılıcını kullandığı anlatılıyor. Zenemon Yogo ile Seibei'nin finaldeki dövüşleri de olasılıkla sinemadaki en ciddi, en dramatik ve gerçeğe yakın dövüş sahnelerinden biri. Katsu'nun Zatoichi'leri, Hanzo the Razor'ları, Misumi'nin Kozure Okami'leri ya da Fukasaku'nun Samuray filmleri, Toshiya Fujita'nın Lady Snowblood'ları gibi onlarca hatta yüzlerce kişinin öldüğü kanlı sahneler Alacakaranlık Samuray'da yok, böyle bir beklentisi olanlar Aranofsky'nin Lone Wolf and a Cub'ını beklemeliler çünkü Yamada'nın filminde sadece bir iki kişi ölüyor.
Filmin "Birileri samuray olarak yaşayabiliyorsa aslında bu köylüler sayesindedir" mesajı ise eskiden Yedi Samuray'ın anlatmaya çalıştığı bir söylemi genişletme çabası olarak görülebilir. Bir zamanlar samuraylığı bırakıp köylü olmayı düşünen, yırtık pırtık kıyafetler içinde derbeder bir hayat süren ve toplumsal baskı yüzünden kılıcını satıp veremden ölen eşine güzel bir cenaze töreni düzenleyen, gırtlağına kadar borca batmış bir samurayın ölümünden yıllar sonra mezarını gösteriyor kamera finalde. Sonra kafasını çevirip, mezarın az ötesindeki bir tarlayı ve o tarlada çalışan köylüleri çekmeye başlıyor. Tıpkı Yedi Samuray'ın verdiği mesaj ya da yeniden çevrimi olan Muhteşem Yedili'nin anlatmaya çalıştığı şeydir gibi. Köylüler aslında hep kazanır.
Büyük bir olgunluk taşıdığı her halinden belli olan Alacakaranlık Samuray'ı; sağlam bir dramatik yapıya sahip gerçekçi bir samuray filmi izlemek isteyen herkese tavsiye ederim. Alacakaranlık Samurayı, Meiji restorasyonuna geçişin sancılı yıllarında Edo, Kyoto gibi büyük kentler yerine iç kesimlerde yer alan bir kasabaya gözlerini çeviren, dönemin tüm zorluklarını bir kılıç-ustasının yaşamından küçük bir kesite sığdırmayı başarabilen, türün klişelerinden rahatlıkla sıyrılan adeta gerçekten yaşamış samuraylar için dikilmiş bir anıt. Samuraylara yakılmış bir ağıt niteliğindeki bu film; türde Kurosawa'ya en çok yaklaşan hatta yer yer geçen bir film. Teknik yönetiminin, senaryosunun, müziklerinin ve oyunculuklarının ulaştığı düzey hesaba katıldığında; kaçırılmaması gereken topyekün bir başyapıt .