Amerikan Sineması’nın <b>Küçük Gün Işığı</b>
Yazar: Zafer İlbarsAmerikan bağımsız sineması neredeyse birbirinden farkı olmayan, tipik formül filmleri ile dolu. Aile içi iletişimsizliğin, son zamanlarda dillere pelesenk olan deyimle "banliyö hayatının" ve yollarda geçen hikayelerin konu edilmesi, birbirinin karbon kopyası olan filmlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Küçük Gün Işığım bağımsız sinemanın klişe formüllerini de kullanmayı ihmal etmeyen ama orijinal yanlarıyla da fark yaratabilen sıcak bir film.
İsmini çocuklar için düzenlenen bir güzellik ve yetenek yarışmasından alan film, roman uyarlamaları enflasyonu yaşadığımız bir dönemde özgün ve basit hikayesi ve renkli karakterleriyle ilgi gösterilmeyi hak ediyor.
İlk bakışta iddiasız olduğu izlenimini yaratan ve parasızlık yüzünden beş yılda çekilen film, basitliğini ve naifliğini tekniğine olduğu kadar hikayesine de yansıtmasıyla benzerlerinden ayrılıyor. Kendi halindeki bir minibüs dolusu aileyi bir araya toplayıp, bu insanların sıradan gibi gözüken yaşantılarıyla ne kadar sıradışı, samimi, mutluluk verici olabileceklerini belgeliyor. Onları izlerken kendinizden çok da farklı olmadıklarını görebiliyorsunuz.
Karakterleri son derece özenle hazırlanmış bir film Küçük Gün Işığım: İnsanları "kaybedenler ve kazananlar" olarak ikiye ayıran bir baba, eroinman ve kadın düşkünü bir büyükbaba, insanlarla defterine yazdığı kısa ve genelde olumsuz notlarla iletişim kurarak istediklerinin gerçekleşeceğine inanan ergenlik çağında bir oğlan, güzellik yarışmasını kazanırsa başarıya tapan babasının kendisini seveceğini sanan ama dedesinin rahatlığıyla huzur bulan bir kız çocuğu, karşılıksız aşkı nedeniyle intihara teşebbüs edip başarısız olan eşcinsel bir Proust uzmanı dayı ve tüm bu karakterleri bir tutkal vazifesi görerek bir arada tutmaya çalışan anne.
Seyircinin kendine göre farklı bir favori karakter seçebileceği kadar iyi çizilmiş karakterleriyle ilgi çeken bu yol hikayesi, her Amerikan yapımı filmin yaptığını da yapıyor. Tersinlemeli bir biçimde de olsa aileyi yüceltmeyi ihmal etmiyor. Ama bunun yanı sıra, bagajda taşınan ölüsüyle, ortalıkta dolaşan porno dergilerle, sahnede striptiz yapan kız çocuğuyla geleneksel aile değerlerinin tümünü alt üst de ediyor.
Yine bu karakterler aracılığıyla film 'kazanmak' ve 'kaybetmek' kavramları üzerine söyledikleri ve gösterdikleriyle izleyenler üzerinde etki bırakmayı başarıyor. Sinema endüstrisi için takıntı haline gelen eşcinsellik temasına da biraz üstünkörü değiniyor. Bu anlamda tek başına bir filme konu olabilecek kadar ilgi çekici bir karakter olan Frank'in, filmdeki zengin potansiyeli tam olarak kullanılamıyor. Üstelik Steve Carrell en çarpıcı performanslarından birine imza atmasına rağmen.
Ülkemizdeki son dönemlerde iyice popüler olan yarışma programlarını düşünürsek, filmin ilginçliği biraz daha anlam kazanabilir. Zira Küçük Gün Işığım, hayatı kazanmak veya kaybetmek üzerine kuran acımasız ve düzeysiz yarışmaların tüketici dünyasından sıyrılıp, içinizden geldiği gibi davranarak denemeyi ve bu yolda kaybederken kazanmayı anlatıyor.
'Alışılagelmiş kalıpları kıran bir yol komedisi' gibi iddialı bir tanımla seyirciye takdim edilen Küçük Gün Işığım, bir başyapıt olarak değerlendirilmese de, Amerikan bağımsız sinemasının zaman zaman yaratıcı ve heyecan verici olabileceğini kanıtlayan bir film. Vaat ettiği az, ama verdiği şeylerin de az olduğunu söyleyemeyiz.