Hesabım
    Kan Dökülecek
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Kan Dökülecek

    Petrol İçin Kan Dökmek...

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    2007’nin sonunda her yıl olduğu gibi sinema basını yılın en iyi filmlerini listeledi ve geçen yıl Amerikan sinemasının önceki yıllardan farklı olarak listelerde geniş yer bulması gözlerden kaçmadı. David Fincher, Coen kardeşler, Paul Thomas Anderson, David Lynch gibi sinemanın ağır topları tartışmasız başyapıtlarıyla ilk onda yer buldular. Sadece bu sinemacıları kapsamayan ve sinemayı uluslararası alanda cazip kılan bir gerçek ise Amerikalı sinemacıların ciddi ciddi 'politika yapmaya' başlaması.

    Gerçek şu ki, Hollywood’un politik sinemacılarla daha fazla masaya oturduğu bir dönemdeyiz. El kameralarıyla çekilen ve Blair Cadısı’nın çok konuşulan esprisini başarıyla canavar/korku sinemasına uyarlayan Canavar’da bile bunun izlerini görebiliriz. Nereden geldiği belli olmayan 'şey' tarafından saldırıya uğrayan New York sakinleri parti atmosferinden çıkıp sokaklarda deli gibi koştururken, peşlerindeki canavarın bizzat hükümet tarafından yönetiliyor olabilme ihtimalini tartışıyorlar. Canavar filmini küçük bir başyapıt yapan gerilim konusundaki başarısı veya çılgın çıkış noktasından çok, canavarın kaynağını gizli tutmasında yatıyor. Yorum yok. Veya yorum çok. Amerika’da yaşayan sinemacılar farklı yorumlara daha fazla kulak veriyor.

    Sinemacıların favori konularından biri de, petrol uğruna yaşanan savaşların dünyayı içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklediği gerçeği. Gelecek bize bugünden daha beter bir tablo hazırlıyor. Saygın Amerikalı yönetmen, tıpkı David Fincher gibi ortadan kaybolunca unutulan ama dönünce fazlasıyla hatırlanan Paul Thomas Anderson çarpıcı bir petrol hikayesi anlatıyor bize Kan Dökülecek filminde. Güncel bir hikaye değil ama belli ki gündemden ayrılmaya da niyeti yok. Vahşi batı döneminin hemen ardından başlayan başka bir vahşete dikkat çekiyor ve bu konuda çalışmaları sadece beyazperdeye değil, Peter Kuper gibi çizgi romancılara da ilham veren Upton Sinclar’in bir romanından esinleniyor.

    21. yüzyılın hemen başından, yaklaşık yüz yıl önce, 20. yüzyılın başında geçen bir olayı anlatıyor. Konu yine petrol. Ama bu defa petrol hırsıyla acımasızca, yıkarak, yok ederek büyüyen sıradan bir işçi var başrolde. Büyüdükçe, hayatta en çok arzuladığı şeyi gerçekleştirmeyi başarıyor, insanlardan uzakta bir yaşam kuruyor. Ama 30’lu yıllara geldiğinde insanlardan uzaklaşarak kendi ruhunu da kaybettiğini fark ediyor. Yıllarca sevgi-nefret ilişkisi kurduğu, ama bütün çatışmaların temelinde gizlice destek gördüğü din adamını, filmin meselelerinden biri olan gerçek 'kardeşini' yok ediyor.

    Paul Thomas Anderson aslında çaktırmaktan son derece sıradan bir hikaye anlatıyor bize. Hatta uzaktan Giant gibi Hollywood klasiklerini çağrıştırıyor. Hollywood mücadeleye en aşağıdan başlayıp zirveye çıkan ve zirveden görkemli bir şekilde düşen kahramanların hikayelerini daima çok sevmiştir. Fakat Anderson bu hikayeyi biraz farklı bir şekilde anlatıyor. Daniel Day-Lewis’in insanüstü performansını merkeze alıyor ve böylece belki de senaryodaki diyalogların yarısını atıyor. Karakterin sesi için bile özel bir çalışma yaptığı söylenen Day-Lewis bizi sadece 20. yüzyılın başında yaşayan bir adam olduğuna inandırmıyor. Yüzündeki her lekenin bile makyajın ötesinde bir tarihi olduğunu hissediyoruz.

    Anderson’ın diğer sıradışı anlatım aracı ise Jonny Greenwood’un müziği. Müzisyen, deneysel Bodysong için ne kadar özgür ise, bu kurmaca yapım için de o kadar özgür bırakılmış. Sıradan soundtrack’lerden çok farklı bir duygu yakalıyor karanlık müziğiyle. Bazı sahnelerde Greenwood’un müziği görüntülerin üzerindeki anlatıcı sese dönüşüyor ve hikayenin altını çizmek yerine onun önemli bir parçası oluyor.

    Kan Dökülecek için kısaca başyapıt demek ve kenara çekilmek, filmin tarihi önemini anlatmakta eksik kalacaktır. Anderson’ın filmi aslında kısaca 20. yüzyılın serüveninin nasıl başladığını anlatıyor ve yaşadığımız yüzyıla da kanca atmayı başarıyor. Tabii bu filmin hiçbir sahnesinde tarih dersi verme gibi bir amaç yok. Hatta dönem filmlerine özgü, anlatılan dönemi gerçekçi bir şekilde tasvir etme gibi kaygılara da rastlamıyoruz. Filmin derdi, Amerika’yı Amerika yapan değerler sisteminin temelindeki bireysel çabayı; maddi değerler yaratma uğruna insani ilişkileri yok eden bireysel hırsı incelemek; bu hırsın beslendiğinde nasıl canavarlar yaratabileceğini ortaya koymak. Bu kişisel veya küresel savaşlara Hıristiyan çevrelerin nasıl göz yumduğunu da, sermaye-din ilişkisine dair müthiş ayrıntılarla ortaya koyuyor.

    Bu hafta sinemalarda birden fazla 'canavar filmi' var.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top