İlk Görüşe Kanmayın!
Yazar: Misafir KoltuğuFilmler insanları andırıyor aslında. Yeni tanıştığımız bir insan hakkında birkaç dakikada fikir sahibi olur; sonra tanımaya başladıkça fikrimiz değişir çoğunlukla . İlk izlenim yanıltıcıdır yani... Ben de Gecenin İki Yüzü için daha ilk dakikalarında yargıyı yapıştırıverdim: "Habil ile Kabil bu!"
Tüm kutsal kitaplarda geçen Habil ile Kabil, insanlık tarihinin ilk polisiye hikayesi aslında. Ana hatlarıyla şöyle bir şey: Habil de Kabil de tanrıya adaklar sunar. Tanrı Habil'in adağını kabul ederken; Kabil'i reddeder ve Kabil, buna dayanamayıp kardeşinin boğazını sıkıverir. Tarihin ilk cinayet öyküsüdür bu aynı zamanda. Dünyevi suç ve ceza kavramları; bu mitolojik öykü temelinde gelişmiştir. Günümüze kadar yazılan hikayelerin pek çoğu da Habil ile Kabil'in izleğini takip eder zaten.
Gecenin İki Yüzü, henüz başlangıç aşamasında bu diyalektik zıtlaşmayı getirdi karşımıza. Uyuşturucu mafyasıyla organik bağı olan bir kardeş ve New York Polis Departmanı'nda Narkotik Bölümün başına terfi etmiş ağabey. Tonla benzerini gördüğümüz bir Yeşilçam filmiyle karşılaşmış gibiyiz: İyi yürekli, camiye gidip af dileyen, annesinin sözünü dinleyen mafya babası Kadir İnanır; her an bir yerlerden çıkacak... Polis kardeşi için kendini feda edecek ve arada bağıracak elbette "bırakın kardeşimi kansızlar!"
Fakat baştan beklediğimiz her şey nafile... Dramatik yapının gelişme aşamasına geldiğimizde senaryo birden yön değiştirip, kontra vuruşla bambaşka bir uzama doğru kayıyor. Mark Walhberg'in ve Joaquin Phoneix'in karakterleri kendi varoluşlarını, babalarıyla olan ilişkilerini sorgulamaya başlıyorlar. Özellikle de Phoneix, ailesinden neden bu kadar farklı bir yöne kaydığını, nasıl bir tepki geliştirdiğini anlıyor. Phoneix'in oyunculuğu burada kusursuz. Diyebilirim ki "metod" oyuncularını andıran bir yetkinlikte... Bu sayede "anti kahramanın, kahramana dönüşmesi" gibi son derece klişe bir tema, batmıyor gözümüze.
Doğru yolu bulup, hidayete eren kardeşler "neden birbirimizle kapıştık ki onca yıl? Kötüleri bulup New York'u temizleyelim, hayat bayram olsun" diyerek birbirlerine destek çıkıyor. Bu içten dayanışma, kardeşler arası düşmanlığın gerilimini azalttığından daha bir rahat izleniyor film. Burada koltuğunuza yaslanıp ana karakter ile (Phoneix'in oynadığı) empati kurmaya ve filme dahil olmaya başlıyorsunuz. Zaten hepimiz bir Amerikan filmine giderken üç aşağı beş yukarı bu beklentide değil miyiz? Habil ile Kabil gibi başlayan film, birden iyi ile kötünün kesin çizgilerle ayrıldığı klasik bir polisiye hikayeye dönüşüyor. Yani ilk izlenim yine yanıltıcı...
Gecenin İki Yüzü, birçok polisiye klişesini bol keseden kullanan bir film. Fakat basmakalıp temaları da düzgün bir üslupla bir araya getirmeyi başarmış gibi. Üstelik aksiyonu ve gerilimi, doz aşımı yaratmadan verdiği için sıkılmadan sonuna kadar da izleniyor. Tabii bir Scorsese, Coppola ya da Lumet filmi yok ortada. Suçun psikolojik boyutuna, toplumsal kaynaklarına ilişkin bir analiz de... Bu anlamda işlediği konuya yüzeyden bir bakış sayılabilir. Belli noktalarda tutucu Amerikan ahlakçılarının gönlünü okşadığını, hatta abartıp "iyi şudur, kötü budur, eğer kötüyü seçerseniz cız olursunuz" demeye çalıştığını da söyleyebiliriz. Bir çeşit öğreten adam olmaya soyunduğunu kısaca...
Gecenin İki Yüzü'nde, yönetmen James Gray; 80'lerin demode disko atmosferinden sürükleyici bir kesit sunuyor bize. Biçimsel kamera hareketlerine ya da kurgu oyunlarına başvurmadan olabildiğince hikayesine odaklanmaya çalışıyor. Fena da değil hani. Üstelik "kusursuz bir öznel kamera kullanımı" ve "boğucu ses bandı ile"; kabus gibi üzerimize çöken araba kovalama sahnesi de filmin ikramiyesi!
Utku Yasavul