Hesabım
    Temel Parçacıklar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Temel Parçacıklar

    <b>Temel Parçacıklar</b>ınızı Biliyor musunuz?

    Yazar: Zeren Somunkıran

    Moritz Belibtrue, Franka Potente ve Micheal Houellebecq... Bu üç ismin oyuncu ve yazar olarak yer aldığı bir filmin bünyemde heyecan yaratmaması kesinlikle mümkün değil. Koş Lola Koş filminde zaten kalbimde yer eden bir ikiliye dönüşmüş olan Moritz Belibtrue/Franka Potente ikilisi, yine yeni yeniden Micheal Houellebecq'in tartışmalar koparmış kült romanı Temel Parçacıklar'ın beyazperde uyarlamasında rol alınca heyecanla beklememek nasıl mümkün olsun? !F İstanbul Film Festivali'nin kalabalıklığı keyif veren salonlarında, az sonra karşılaşacağım film ile ilgili son notları okurken, bir yandan da benimle birlikte bekleyen izleyicilerin yüzlerinde aynı heyecanı aramaktan da geri duramıyordum.

    Peki bu kadar heyecan yaratan film, bittiğinde heyecanımı çoşkuya çevirebilmiş miydi? Bu, 'evet' ya da 'hayır' gibi tek kelimelik cevap vermek istemediğim bir soru. Micheal Houellebecq'in, kendisini okumasam da hakkında çok şey okuduğum kitabı, gerek toplumsal gerek sosyolojik gerekse insan psikolojisi/ilişkileri ve cinselliği hakkında ciddi tartışmalar koparmıştı. Günümüz dünyasının insan ilişkilerine, toplumsal yapısına, cinsellik anlayışına ciddi vurgular yapan, karamsar bakış açısı ile çıkmazlar ortaya koyan romanı, aynı 'ağırlıkta' filme yansıtmak elbetteki zor. Buradaki amaç da zaten, kitap ile filmi karşılaştırmak değil. Fakat film, ortaya düşünülmesi gereken ne kadar ciddi sorular koyarsa koysun, çok didaktik bir anlatım tuturmuş olduğu eleştirisinden kurtulamıyor.

    Kardeş olduklarını yıllar sonra öğrenen Bruno ve Michael, annelerinin umarsız 'hippie' yaşam tarzı nedeni ile babaannelerine teslim edilmiş ve yıllarca ne annelerini ne de birbirlerini görerek büyümüşlerdir. Hayatla daha doğdukları ilk andan başlayan bu 1-0 mağlubiyet durumunu, ileriki yıllarda da toparlayamazlar ve sürekli gol yemekten kaynaklanan bir bıkkınlık ve öfke hali ile hayatları bir hezimete dönüşüverir.

    Michael, üstün matemetik zekasına rağmen sosyal yönü zayıf kalmış bir çocuktur. Matematik zekası sayesinde bilim dünyasında da çok ileri noktalara gelebilmiş ama bir yandan da insan ilişkileri ve özellikle de kadınlarla olan ilişkilerindeki zayıflık, onu "cinsel birleşme olmadan her şey klonlanabilir mi?" gibi bir sorunun cevabını, bilimsel olarak aramaya kadar götürmüştür.

    Diğer yandan, Bruno ise cinsel fantazilerine bir türlü engel olamamakta ve cinsel anlamda yaşadığı her başarısızlık onu içinden çıkılmaz sinir krizlerinin içine sürüklemektedir. Birbirlerinden çok farklı olsalar da, her iki kardeş de annelerinin özgür cinsel yaşam ve bağımsız ruh yapısı altında ezilerek kendi varoluşları ile ilgili sorunlardan bir türlü kurtulamamaktadırlar.

    Film, Batılı toplumların aşırı bireyselciliğinin bir sonucu olarak içine düştükleri yalnızlık duygusunu izleyene verebilmekte başarılı ama hissettirmekte değil. Özellikle filmin son yarım saatine kadar ki bölümleri, sanki aynı filmin parçası değillermiş gibi ayrı ayrı çekilmiş ve birbirine eklenmiş izlenimi yaratıyor. Aralardaki geçişler çok kopuk ve yapay. Bu durum, filmin içine bilinçsizce karışıp gitmekten ziyade, bilincinizi koruyarak filmi takip edebilmek için özel bir çaba sarf etmeniz gerekmesine neden oluyor.

    Aşırı bireyselcilikle birlikte gelişen özgürlükler, ciddi bir tatminsizliği de beraberinde getirebiliyor. Cinselliğini çok daha rahat ve özgürce yaşayabilen bireyler, eskinin yaşayamayan bireylerine nazaran daha mutlu değiller. Ama bunun nedeni de, kesinlikle ahlakçı söylemin haklılığı değil; sınırsız özgürlüklerle harmanlanan 'sadece kendini düşünme' durumunun doğal bir sonucu... Aşırı bireyselciliğin, insanı yalnızlaştıran, aynadaki görünmeyen o kötü yüz... Duyguya ait olanı, mistisizmi, dini inanışları toptan terkeden modern bireylerin şimdi de üstesinden gelmesi gereken sorun bu gibi görünüyor.

    Örneğin bir noktadan sonra, Bruno'nun cinsel takıntılarının ve tatminsizliklerinin kaynağının yalnızlığı olduğunu anlıyorsunuz. Bu noktada Bruno ile Michael arasında sanki çok derin bir farklılıkmış gibi görünen ayrım da, ince bir çizgiye dönüşüyor. Bruno cinselliğini de özgürce yaşayabileceği bir sevgi peşinde iken Michael, öncelikle sessiz dünyasını paylaşabileceği, seksin ise arkadan geldiği bir ilişkinin arayışında. İhtayacı doyurma şekilleri farklı olsa da, ihtiyaç aynı: yalnızlığı paylaşmak; 'ben'den 'biz'e dönüşebilmek.

    2006 Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı ile ödüllendirilmiş olan filmin, aynı festivaldeki bir diğer ödülü de, En İyi Erkek Oyuncu dalında Moritz Belibtrue'a gitmiş. Moritz Belibtrue'nin son yıllarda Alman Sineması'ndan çıkan en başarılı isimlerden biri olduğu kesin. Koş Lola Koş, Taraf Tutmak ve Deney ile zirve yapan oyunculuğunun en sonunda böyle önemli bir ödül ile taçlandırılmış olması önemli.

    Heyecan ve beklenti düzeyini fazla abartmadan, hele de insan ilişkilerinin doğasına ve özellikle de Batı Avrupa değerler sistemindeki 'çürük'lere ilgi duyuyorsanız, ortalama bir seyirlik ile karşı karşıyasınız. Bütün bunlar bir yana, bu filmi izlemek içi başka nedenlerimiz de yok değil; Moritz Belibtrue'nin kendisi bile en önemli neden sayılmaz mı sizce de?

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top