Hesabım
    2 Kız
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    2 Kız

    Bütün Kızlar Yolculuğa Çıktık...

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Geçmişten gelen Western geleneği, 90'lı yılların başlarına kadar yol filmlerine erkeksi bir kimlik yüklememize sebep oluyordu. Kadın kimliğini ön plana çıkaran yol filmlerinin seslerini yükseltmelerine dek, kadınlar yer aldıkları bu tür filmlerin çoğunda erkeklerin rotasını belirledikleri bir istikamete sürüklenen ve erkeklerin yollarını bulma maceralarında onlara eşlik eden bireyler konumundaydılar.

    Karakterlerin çoğunlukla belirli iç ve dış çatışmalar nedeniyle kaçmaya, şehirden uzaklaşmaya itildikleri yol filmlerinde, altı çizilen bütün problemler genellikle erkeklerin iç dünyalarını gözler önüne seren cinstendi. Kadınların iç dünyalarıysa örtbas edilmişti. Yol filmlerinde, kadınların toplum içinde her gün yüzleşmek zorunda oldukları problemler ve tehlikeler benim fikrime göre ilk kez gerçekten yüksek sesle Ridley Scott'un Thelma ve Louise filminde dile getirildi. O günden beri de birçok sinemacı kadının toplum içindeki yerini ve yaşamakta olduğu iç ve dış çatışmaları dile getirmek istediğinde, kadın karakterlerini yollara düşürüyor.

    Patrick Grandperret yönetmenliğindeki İki Kız, Thelma ve Louise'ten devraldığı geleneği devam ettiren bir film. Başkarakterlerimizden Lizzy'nin boş bir yolda kanlar içinde yürüdüğü bir gece sahnesi ile açılan filmde, birkaç saniye sonra diğer karakterimiz Nina, elinde kanlı bir bıçakla karşımızda beliriyor. İki Kız, bu sahne ile başladığı andan itibaren izleyicinin kafasında birkaç ana soru işareti oluşturuyor: "Bu kızlar kim ve aralarında ne gibi bir bağ var?", "Ortada bir cinayet varsa, bu cinayet nasıl meydana geldi?" ve "Neden bir cinayet işlenmeye gerek duyuldu?" İki Kız'ın bütün bu soru işaretlerini tek tek açıklamak için kollarını sıvayan, planlı ve programlı bir anlatımla, yavaş yavaş her suali açıklığa kavuşturan bir film olduğunu söylemek zor. Fakat cevapların havada uçuşarak gezindiği, muammalardan oluşan bir yapım olduğu da söylenemez.

    Nina ve Lizzy'nin başlarına bu felaketin nasıl geldiği hikayesi, iki kızın karşılaştıkları akıl hastanesinden bir gece yarısı kaçmaları ile başlıyor. O ana kadar ikisinin de farklı sebeplerden kaynaklanan ruhsal karmaşalarını, filmin başlarında ayrı ayrı anlatılan kişisel öykülerinden dolayı az buçuk sezebiliyoruz. Fakat yönetmen Grandperret'nin kızların iç dünyalarını veya sosyal ilişkilerini seyirciye açtığı söylenemez. Bu yüzden de neden bir akıl hastanesinde bir başlarına terk edildikleri ve birbirlerine niçin bu kadar bağlandıkları konusunun biraz havada kaldığını düşünmemek elde değil. Yönetmenin asıl amacı her ne kadar kızların teker teker neler yaşadıklarından çok, beraber ne yaşadıklarını anlatmak olsa da, Nina ve Lizzy'nin karakter yapılarının temel taşlarını oluşturan bu ayrıntıların eksikliğini beraber yol almaya başladıkları anda hemen hissediyoruz.

    Kızların iç dünyalarını bilemediğimiz için, karşı karşıya kaldıkları herhangi bir olayı nasıl göğüsleyeceklerinden veya kendilerine ters davranan bir kişiye karşı nasıl bir tavır takınacaklarından emin olamayacağımızı düşünüp, paniğe kapılıyoruz. Lakin bir süre sonra farkına varıyoruz ki, bizim bu filmden zevk alabilmemiz için bu karakterlerin bir sonraki adımlarını önceden tahmin edemeden oradan oraya savrulmamız gerekiyor. Çünkü İki Kız, Nina ve Lizzy'nin farklı insanlarla kurdukları gel geç ilişkiler ve bu ilişkilerden doğan enteresan olay örgüleri üzerine kurulu bir film ve bizler bu olay örgülerinde kızların nasıl kişiliklere bürüneceğini, hikayeye nasıl bir yön vereceklerini bilmediğimiz sürece birçok enteresan sürprizle karşılaşabiliyoruz.

    Yönetmeninin kıvrak zekası sayesinde sürprizlerle dolu iki karaktere dönüşen Nina ve Lizzy, filmi kontrolsüz ve akışkan bir anlatıma kavuşturuyorlar. Böylelikle İki Kız, bütün durağanlığına rağmen sürükleyiciliğini de koruyabiliyor ve bizleri tek bir saniye bile sıkmıyor.

    Filmi izlerken sıkılmamamıza rağmen bir süre sonra sanki Lizzy ve Nina sadece yolculuk edip, başlarını derde sokabilecek bir takım ilişkiler kuruyormuş gibi hissettiğimiz, ilk sahnede gördüğümüz cinayetin neden gerçekleştiğine dair kafamızda oluşan soruya bir cevap bulamadığımızı sandığımız anlar da olmuyor değil. Bu noktada yapmamız gereken tek şey sabırla beklemek. Çünkü İki Kız, olay örgüsünü, kademe kademe edindiğimiz ipuçlarını biriktirerek çözdüğümüz bir film değil.

    Tersine çoğunlukla hayal ettiğimiz gibi her sorunun cevabının bir anda aklımızda beliriverdiği bir yapım. Tamamını izleyip, neler olup bittiği yönünde kendimize ait cevaplar ararken kişisel yanıtımızın saatler sonra sokakta yürürken bir anda aklımıza takıldığı bir film. Sevmek, ilgi çekmek ve daha da önemlisi kadın olmak üzerine anlatılan karmaşık hikayesinden herkesin kendine has anlamlar çıkarabileceği çok yönlü bir yapım.

    Benim kişisel yanıtıma göre film boyunca birbirini besleyen bütün küçük olay örgüleri, Nina ve Lizzy'yi sahipsizliğe iten nedenin, ne problemli kişiliklerinden ,ne de bilinçaltlarında yatan hüzünlü anılarından kaynaklandığını kanıtlamaya çalışıyor.

    Bu kızlar, dış görünüşlerinin ve kendilerine atfedilen kadınlık görevlerinin çürümekte olan değerlerle beslenen bir toplum tarafından nasıl yorumlandığıyla mücadele ediyorlar. Nina ve Lizzy'nin esas dertlerinin kaynağı bedenleriyle kabul edildikleri bir toplumda, ruhen var olmayı başaramamalarında yatıyor. Doğal ve akıcı sinema dili ile gerçek hayata yaklaşan, çekildiği mekanlarla insana tatil havası yaşatan, film olduğu halde film kokmayan İki Kız, bu söylemleri öyle sakin ve derin bir sesle söylüyor ki duymanız biraz zamanınızı alıyor. Fakat duyduğunuzda da bu filmi izlediğiniz için kendinizi mutlu hissediyorsunuz.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top