Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
Hikâye olarak fazla hesaplı ve tatmin edici olmaktan uzak bir film bu... İlk bölümdeki gizem, filmin lehine çalışmıyor. Baba-oğul ilişkisinin finalde geldiği nokta ise olayları daha karanlık kılmaktan ziyade filmi soğuklaştırıp duygusuzlaştırıyor... Politik içeriği ne kadar güçlü olursa olsun, hikâye seyirciyi kuşatamıyor. Ama “Suburbicon” ın, yönetmen George Clooney’nin ironik yaklaşımı ve tüm oyuncularıyla belirli bir seviyeyi tutturmakta zorlanmadığını belirtelim. Robert Elswit’in bol güneşli banliyö bahçeleriyle iç mekânların karanlığını karşı karşıya getiren görüntüleri de akılda kalıcı.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Kamera arkasına George Clooney’nin geçtiği ‘Suburbicon’ın senaryosunu yönetmenin yanı sıra Coen Kardeşler ve Grant Heslov kaleme almış. Filmin genel havası, olay ve esrar örgüsü bizi ‘Fargo’ya götürüyor. Matt Damon’ın canlandırdığı Gardner Lodge’un hırsı ve ihtirasları sonucu raydan çıkması, art arda gelen cinayetler, aileyi tehdit eden katiller derken film bittiğinde, kendinizi aynı suda bir kez daha yıkanmış gibi hissedebilirsiniz. Ama bu durum sizi ‘Suburbicon’ı izlemekten alıkoymasın derim. Ayrıca öykünün ‘ırkçılık’ meselesine yaptığı vurgu da bence kayda değer. Oyunculuklara gelince: Başrolleri paylaşan Matt Damon ve Julianne Moore her zamanki çizgilerinde. Sigorta müfettişi Bud Cooper’da Oscar Isaac kısa ve öz bir iz bırakıyor. Kadronun en iyileri ise Nicky’de Noah Jupe (iki hafta önce de ‘Mucize’de izlediğimiz minik oyuncu için ‘Yeni bir yıldız geliyor’ diyebiliriz) ve ‘Mitch Dayı’da Gary Basaraba.
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Sözcü
Yazar: Burak Göral
Mat Damon'ın pek de arıza yaratmadan canlandırdığı Gardner'ın başlattığı suç silsilesinin motivasyonunu biraz olsun anlasak da küçük Nicky'nin filmin diğer ana karakterleri tarafından neden bu kadar kolay harcanabilir olduğuna pek ikna edemiyor bizi film. Son yarım saatindeki bir dizi olay da çok üst üste ve tesadüflere biraz fazla bel bağlamış bir şekilde gerçekleşiyor. Oscar Isaac'in misafir oyuncu gibi hikayeye dalıp oynadığı sigorta müfettişi ise filmin en eğlendiren karakteri olmuş.
Eleştirinin tamamı için: Sözcü
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Filmin en göze çarpan özelliği, farklı iki ana temaya dayanması. Bir tür ırkçılık eleştirisi başlayan film, ani bir dönüşle bir gerilime, o sevdiğim deyimle bir kara-filme dönüşüyor. Hem de kapkara türünden... Gerçekten de bir noktadan sonra herşeyin çığrından çıktığı bir öykü bu... Özellikle de o alabildiğine sevimli ve çevreci semt halkının...Öylesine güler yüzlü, reklam yıldızı gibi bir kitle nasıl oluyor da böylesi suça açık, katile dönüşmeye hazır, şiddete tapan bir ürkünç kalabalık olup çıkıyor? Bunu öncelikle Lodge ailesi çerçevesinde sormak gerekiyor. En tipik bir Amerikan ailesi gibi sunulan bu insanlar nasıl böylesine korkunçlaşabiliyor! Matt Damon’un halim-selimliğini taşıya erkek, nasıl öz oğlunu bile gözden çıkarmayı düşünebiliyor!....
Eleştirinin tamamı için: T24
Milliyet
Yazar: Nil Kural
Aralarında Matt Damon ve Julianne Moore’un olduğu oyuncu kadrosu da dünya prömiyerini bu yılki Venedik Film Festivali’nin ana yarışmasında yapan filme dair iyi işaretler. En azından ortalama bir Coen Biraderler filminin seviyesinin izleyicileri beklemesi umulabilir. Ancak Clooney dönem atmosferi, oyunculuk performansları ve yapım şartları açısından belli bir düzeyi tutturan filmin tonunu bir türlü ayarlayamıyor. Film, sert ve şoke edici olmakla absürdleşebilen bir siyasi taşlama arasında bocalarken çok fazla şey söylemek istedikçe didaktikliğe saplanıyor, yolunu bulamıyor. Kariyerini banliyöler üzerinden Amerikan sistemini eleştiren Todd Solondz gibi yönetmenlerin varlığı da göz ardı edilemezken “Suburbicon”, sık işlenen bu konuya kayda değer bir katkı sağlayamıyor.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Habertürk
Hikâye olarak fazla hesaplı ve tatmin edici olmaktan uzak bir film bu... İlk bölümdeki gizem, filmin lehine çalışmıyor. Baba-oğul ilişkisinin finalde geldiği nokta ise olayları daha karanlık kılmaktan ziyade filmi soğuklaştırıp duygusuzlaştırıyor... Politik içeriği ne kadar güçlü olursa olsun, hikâye seyirciyi kuşatamıyor. Ama “Suburbicon” ın, yönetmen George Clooney’nin ironik yaklaşımı ve tüm oyuncularıyla belirli bir seviyeyi tutturmakta zorlanmadığını belirtelim. Robert Elswit’in bol güneşli banliyö bahçeleriyle iç mekânların karanlığını karşı karşıya getiren görüntüleri de akılda kalıcı.
Hurriyet
Kamera arkasına George Clooney’nin geçtiği ‘Suburbicon’ın senaryosunu yönetmenin yanı sıra Coen Kardeşler ve Grant Heslov kaleme almış. Filmin genel havası, olay ve esrar örgüsü bizi ‘Fargo’ya götürüyor. Matt Damon’ın canlandırdığı Gardner Lodge’un hırsı ve ihtirasları sonucu raydan çıkması, art arda gelen cinayetler, aileyi tehdit eden katiller derken film bittiğinde, kendinizi aynı suda bir kez daha yıkanmış gibi hissedebilirsiniz. Ama bu durum sizi ‘Suburbicon’ı izlemekten alıkoymasın derim. Ayrıca öykünün ‘ırkçılık’ meselesine yaptığı vurgu da bence kayda değer. Oyunculuklara gelince: Başrolleri paylaşan Matt Damon ve Julianne Moore her zamanki çizgilerinde. Sigorta müfettişi Bud Cooper’da Oscar Isaac kısa ve öz bir iz bırakıyor. Kadronun en iyileri ise Nicky’de Noah Jupe (iki hafta önce de ‘Mucize’de izlediğimiz minik oyuncu için ‘Yeni bir yıldız geliyor’ diyebiliriz) ve ‘Mitch Dayı’da Gary Basaraba.
Sözcü
Mat Damon'ın pek de arıza yaratmadan canlandırdığı Gardner'ın başlattığı suç silsilesinin motivasyonunu biraz olsun anlasak da küçük Nicky'nin filmin diğer ana karakterleri tarafından neden bu kadar kolay harcanabilir olduğuna pek ikna edemiyor bizi film. Son yarım saatindeki bir dizi olay da çok üst üste ve tesadüflere biraz fazla bel bağlamış bir şekilde gerçekleşiyor. Oscar Isaac'in misafir oyuncu gibi hikayeye dalıp oynadığı sigorta müfettişi ise filmin en eğlendiren karakteri olmuş.
T24
Filmin en göze çarpan özelliği, farklı iki ana temaya dayanması. Bir tür ırkçılık eleştirisi başlayan film, ani bir dönüşle bir gerilime, o sevdiğim deyimle bir kara-filme dönüşüyor. Hem de kapkara türünden... Gerçekten de bir noktadan sonra herşeyin çığrından çıktığı bir öykü bu... Özellikle de o alabildiğine sevimli ve çevreci semt halkının...Öylesine güler yüzlü, reklam yıldızı gibi bir kitle nasıl oluyor da böylesi suça açık, katile dönüşmeye hazır, şiddete tapan bir ürkünç kalabalık olup çıkıyor? Bunu öncelikle Lodge ailesi çerçevesinde sormak gerekiyor. En tipik bir Amerikan ailesi gibi sunulan bu insanlar nasıl böylesine korkunçlaşabiliyor! Matt Damon’un halim-selimliğini taşıya erkek, nasıl öz oğlunu bile gözden çıkarmayı düşünebiliyor!....
Milliyet
Aralarında Matt Damon ve Julianne Moore’un olduğu oyuncu kadrosu da dünya prömiyerini bu yılki Venedik Film Festivali’nin ana yarışmasında yapan filme dair iyi işaretler. En azından ortalama bir Coen Biraderler filminin seviyesinin izleyicileri beklemesi umulabilir. Ancak Clooney dönem atmosferi, oyunculuk performansları ve yapım şartları açısından belli bir düzeyi tutturan filmin tonunu bir türlü ayarlayamıyor. Film, sert ve şoke edici olmakla absürdleşebilen bir siyasi taşlama arasında bocalarken çok fazla şey söylemek istedikçe didaktikliğe saplanıyor, yolunu bulamıyor. Kariyerini banliyöler üzerinden Amerikan sistemini eleştiren Todd Solondz gibi yönetmenlerin varlığı da göz ardı edilemezken “Suburbicon”, sık işlenen bu konuya kayda değer bir katkı sağlayamıyor.