<b>Korkusuz</b>ca Kendini Bulmak
Yazar: Orkan Şancı"Sinema cahillerin sanatıdır" demişti bir keresinde Alman sinemacı Werner Herzog. Bunu söyleyerek aşırı kuramcıların film çekmeyi ya da eleştirmeyi, üst sınıfa ait bir erdem gibi gösterme girişimlerinin önünü kesmek istemişti. Ne kadar başarılı olduğu tartışılır. Film kritiği yazarken düşülecek ilk tuzaklardan biridir, gerçekten de bu. Önemli şeyler bulduğun hissine kapılıp önemli bir iş yapıyormuş gibi hissetmek... Oysa yaptığın, filmin sana hissettirdiklerini aktarmaktır. Bu yüzden, aslında herkes aynı filmi izlese de, algıladıkları farklı olabilir bir başkasından. Kimsenin filminin birbirine benzemeyişi ondan.
Filmlerin mükemmel olup olmamasından önce anlaşılmak için çekilip çekilmediğine bakmak gerek. Hem mükemmel diyebileceğimiz kaç tane film var ki? Ayrıca kimin mükemmelidir kabul olan? Sinemacı için aslolan, anlaşılmak ve geniş kitlelere hikaye anlatma kaygısı değil midir? Kimsenin anlamadığı mükemmel bir film yapmak, anlamsız olurdu herhalde. Herzog, işte bunun için cahillerin sanatı demişti sinema için. Herkes anlasın diye..
Bir film izlerken ya da genel olarak bir sanat eseriyle muhatap olurken onun bütüncüllüğünden çok, hissettirdikleriyle ilgilenirim. Kendi içinde çelişkilerle dolu, anlatımı yavan, hatta estetik açıdan kusurlu bir film bile bana bazen "o hissi" verebilir. Tıpkı bir tat, bir koku gibi filmler de, aslında geçmişe ya da geleceğe dair birtakım duyguları hissettirir, hatırlatır. Film kareleri, düşüncelerimizin donmuş halleridir. Bir film, bir sahne veya bir an, bir hatırayı gözümüzün önüne getirebilir ya da anıları, yaşamak istediğimiz bir yeri, birini.. Sinema, tam da bu noktada zenginliğini böbürlenerek ortaya koyar, bir anne gibi bazen birçoğu bazen ise bir teki oluverir.
Örneğin Korkusuz ya da orijinal ismiyle Huo Yuan Jia... Başlı başına bir sanat eseri diyebileceğimiz Jet Li, 43 yaşında olmasına rağmen daha filmin ilk başında, ne kadar formda olduğunu gösterir bize. Filmin aksiyon sahnesiyle açılması boşuna değildir. Zira elde, öyle çok derinlere inilecek bir senaryo bulunmamaktadır. Dövüş sanatlarının felsefesi hakkında hayatında tek satır okumamış olanların dışında, filmdeki "söylev"lerin etkileyici bir tarafının olmadığı da söylenebilir. Ama dedik ya, mükemmel film aramıyoruz, bize "his" lazım. Burada doğru sözcük "çağrışım" belki de. Bir tadın, kokunun çağrıştırdığını, film bize yapabiliyor mu? Sanat, bu anlamda altıncı hissimiz olabilir mi? Phenomenon'daki George gibi ağaçların sallanışına kendimizi kaptırabiliyor muyuz? Cast Away'deki Chuck, elinde bir bardak buzlu viskiyle gözyaşı dökerken kendi ayrılığımıza ağlayabilir muyuz? Filmin kendisinin değil, hissettirdiği şeyin sinemanın asıl amacı olduğunu anlayabiliyor muyuz?
Ya Korkusuz?.. Huo (Jet Li), o yeşil diyarda kendini ararken, kendinden kaçarken, kendisiyle karşılaşırken yönetmen Ronny Yu'nun nefis çerçevelemelerinde, biz de kendimizi arıyoruz. Orada olsak ne hissederdik; hayatımızda böyle bir sadeleşmeye ihtiyacımız var mı? Ama fazla da kopmamak gerek filmden, değil mi ? Peki, ana karakterin sadeleşmesi güzel işleniyor mu? Kişisel dönüşümünü ve yolculuğunu tamamladığına ikna oluyor muyuz? Huo'nun finaldeki can alıcı kararı, filmin o ana kadarki bölümünü tamamlayabiliyor mu?
Sinema hakkında doğru soruları sormak, doğru yanıtları vermekten her zaman daha iyi gibi gelmiştir bana. Yürüyen karizma Jet Li, Huo Yuan Jia'yı fazla karikatürize çizmemiş mi? Biyografik olduğunu iddia eden bir yapımda neden felsefeden çok dövüş sahneleri ağırlıkta?
Çekimler sırasında kırılan kaburga kemikleri, dişler, ailemizin koreografı Yuen Wo-Ping'in bazı hareketlerinin Jet Li tarafından beğenilmeyip kullanılmayışı... Tüm bunlar filmle ilgili keyifli detaylar, evet. Peki film, bir şey hissettiriyor mu? Ya da o yeşil diyardaki dingin atmosfer dışında, filmde pek bir şey bulamayışım, benim yaşamışlığımdan mı kaynaklanıyor? Bir başkası, bu filmde fazlasını bulabilir mi?
Bazen soruları sormak, yanıtları vermek değil midir?