Timsah
Yazar: Zafer İlbarsGreg McLean, "Kurt Kapanı" ile dikkatleri çekmişti, kanımca fazla abartılan bir film olsa da yabana atılacak bir film de değildi. Ortalıkta aynı tarzda olan ve esamesi bile okunmayacak nice film varken, Kurt Kapanı, senaryosunun gerçek olaylara dayalı olmasının da etkisiyle akıllarda kalan bir film olarak kayda geçti.
Yönetmenin 2007 yapımı filmi "Timsah: Nehrin Dişleri" Kurt Kapanı referansıyla izlenmek konusunda bir ilgi kapısı açtı.
Yoksa epey bunalmıştık zaten vahşi doğada geçen felaket temalı filmlerden. Özellikle canavarlaşmış hayvanların dehşetli hikayelerinden. Bir de şu var; bu filmin orijinal DVD'si bile çoktan çıkmışken yabancı diyarlarda, biz de daha yeni giriyor vizyona. İster istemez bir bayatlık hissi uyandırıyor ki, bu durum kötü filmlerin cirit attığı şu ölü sezonda film hakkında acımasız bir önyargı yaratıyor.
Yönetmenin memleketi olan Avustralya'da geçiyor film, tıpkı Kurt Kapanı gibi. Bunun avantajını fazlasıyla kullanmış tabii. Filmin başarısı için önemli bir etken atmosfer yaratma hususunda evinde olmanın getirdiği rahatlıkla başarılı olmuş. Doğal hayatın içerisinde geçen bir gerilim filmi izlemek isteyenlerin beklentisini karşılamak için epey çaba göstermiş.
Filmin tamamıyla açık alanda yarattığı klostrofobi hissi ilginç bir durum aslında. Doğa ile bütünleşip kendini yenilemek isteyen insanların ürkütücü bir yaşam savaşına düştüğü süreç oldukça klasik bir anlatımla aktarılıyor bizlere. Pek keyifli turistlerin biraz sonra başlarına gelecek felaketle karşı karşıya geleceklerden, kahraman olarak ön plana çıkacak kişilere kadar her şeyi önceden anlıyoruz.
Gezi boyunca birbirinden hoş manzaralar ve görüntülerle de karşılaşıyoruz. Adeta bir belgesel niteliğindeki görüntülerle karşılaşınca yönetmen hakkında çelişkili düşüncelere de sahip olmadan edemiyorsunuz. Zira kendi ülkesinde çektiği bu filmde güzel manzaralar, insanları çekecek güzellikler, fevkalade bir yeryüzü cenneti hissi yaratacak görüntüler sererken önümüze, canavarlaşmış timsah ürkünçlüğüyle bir anda tüm beğenimizi ve tatil planlarını rafa kaldırıyor.
Yönetmenin bölgeyi çok iyi tanıdığını yaratmış olduğu gerçekçi sahneler ve atmosferden anlayabiliyoruz. Devasa timsahın gözüktüğü sahneler oldukça gerçekçi bir şekilde çekilmiş, doğanın karanlık yüzü de ürkütücü bir şekilde yansıtılmış. Zaten yönetmenin kendi çocukluğunda yörede geçen benzeri hikayelerle büyümüş olmasından dolayı hem bu konuyu seçmesini, hem de bu gerçekçi anlatım tarzını başarıyla yerine getirmesini daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Yönetmen tüm bu noktaları oldukça titiz bir şekilde inceleyip filme aktarmış olsa da, aynı özeni yarattığı karakterlerde ne yazık ki göremiyoruz. İnsanlar "hayat devam ediyor" klişesini abartırcasına yakınlarının vahşi şekilde katledilmesine karşı çok kısa bir sürede metin olmayı başarıyorlar! Sanki her gün bu hayatta kalma oyununun içindelermiş gibi, kısa bir üzüntü ve şaşkınlığın ardından hayatlarına devam diyorlar.
Bol kanlı vahşi yaratık filmlerinden hoşlananlar aradıklarını bir nebze de olsa bulabilirler bu filmde, ama genel olarak muadilleriyle kıyaslandığında çok fazla bir fark yarattığını söyleyemeyiz filmimizin. Tüm marifetini atmosfere dayalı olmaya borçlu olan filmlerden nihayetinde. Besin zincirinin en üstünde olmak gibi bir ayrıcalığın sahibi olmaları da, sinema sektörünün timsahları vahşi senaryolara malzeme etmeleri konusunda teşvik ediyor olmalı.