Hesabım
    Kraliçe
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Kraliçe

    Bu <b>Kraliçe</b>’yi Tanımak Lazım!

    Yazar: Zeren Somunkıran

    Monarşi, sanayi devrimi ve sömürgecilik sarmalından geçen İngiliz politik ve toplumsal yapısı, bütün bu süreçlerin bir sonucu olarak demokrasi durağına ulaşmış, ama bir yandan da geleneksel değerlerini tamamen terketmeden, Kraliyet Ailesi'nin varlığının sembolik olarak sürmesini sağlamıştır. Öyle ki, Kraliçe'nin politik eğilimlerinin kitlelere yön vermesinin önüne geçilmesi için Kraliçe'ye oy hakkı bile tanınmamıştır.

    Bu atmosfer içinde, demokrasinin de güçlenen yapısı ile her geçen gün varlığı daha da sembolikleşen İngiliz Kraliyet Ailesi, Prenses Diana'nın ölümü ile son yıllarda hiç olmadığı kadar çok sarsıldı. Stephen Frears'ın yönettiği ve Peter Morgan'ın gerçekten kusursuz işleyen senaryosu ile Oscar'ın da en haklı favorilerinden biri olan Kraliçe, bütün bu gerçekler üzerinden geleneksel ile modern olanın karşılaşmasını yapıyor.

    Filmi, bütün sinemasal özelliklerinin yanında bu kadar önemli kılan, ne kadar spesifik bir olay anlatıyor olsa da ortaya koyduğu gerçekleri bütüne yaymanın çok mümkün olmasıdır. Dünya üzerinde değişime direnenler ile değişim taraftarı olan grupların arasında yaşananları da, bu filmden çıkarımlarla okumanız mümkün.

    Hiçbir zaman hoşlanmadığı ve her zaman bir baş belası olarak gördüğü Prenses Diana'nın ölümü sonrası, Kraliçe 2. Elizabeth'in, ailenin katı geleneksel gerçekleri ile halkın daha insani talepkar tutumu arasında sıkışıp kalması, belki de 1952'de tacını giymesinden bu yana karşılaştığı en zor durumdu. Tam da bu dönemde, tüm ülkeyi modernize etme söylemi ile seçimleri kazanıp başbakan olmuş Tony Blair gibi bir adamın varlığı, Kraliçe'nin işlerini hiç kolaylaştırmıyordu.

    Geleneksel olanla modern olanın karşılaşması olarak da okunabilecek olan film, sadece söylemleri ile değil, yapısal atmosferi ile de bunu yaşatmayı çok iyi başarıyor. Buckingham Sarayı'nın samimiyetten, sıcaklıktan, kısacası insani olan herşeyden uzak, yapay ve kasvetli yapısının yanında kameranın, Blair'in Buckingham'da olmayan özelliklerin hepsine birden sahip evine dönmesi ile iki yapı arasındaki anlayış farkı, herhangi bir diyaloğa gerek bırakmadan ortaya çıkıyor. Kraliçe Elizabeth'in, torunlarının annelerinin ölümünden mümkün olduğunca az etkilenmelerini sağlamak için eşi Prens Philip'e "en iyisi onlara birkaç arkadaş bulalım" şeklindeki söylemi bile nasıl bir yapaylık içerisinde yaşadıklarını gösteriyor.

    Kendilerini tecrit etmek için kurdukları bütün bu yaşam tarzı ve Saray'ı çevreleyen duvarlar, bir noktadan sonra içeriye insani duyguların da girmesini engelliyor. Filmin en çok konuşulan meşhur geyik sahnesinde, eğer Kraliçe o geyiğe, etrafta kimseler yokken "git, git" diye bağırabildiği gibi herkesin içinde de bağırabilmeye cesaret edebilse idi, 'insan' olmayı herşeyin üzerine koyabilen bir duruşu da olabilirdi. Ama kendisini o denli etkileyen bir canlıyı bile gelenekleri uğruna korumayan bir katılık sergilemesi, herşeyi özetleyen bir duruş olarak karşımıza çıkıyor.

    Modern olanla gelenekselin bu karşılaşmasında film, bütün oklarını geleneksel olanın katılığına yöneltmiş gibi görünse de, Tony Blair de payına düşeni alıyor. İngiltere'nin bütün kurumlarında topyekün bir modernizasyon söylemi ile seçimlerden galip çıkan İşçi Partisi lideri Tony Blair'in zaman içinde, kendi ekibinden insanlarla bile ters düşecek derecede nasıl 'orta yolcu' bir insan haline dönüştüğü, filmin en sağlam tesbitlerinden biri. Özellikle ekip arkadaşlarının, yapacağı bir konuşma metnine, 'ülkede bir devrim olması gerekliliği' ifadesini koymaları üzerine, Tony Blair'in 'devrim' kelimesinden duyduğu dehşetin gerçekten görülmesi gerek. İngiltere Başbakanı'nın bugün, Amerikan politikalarına nasıl topyekün destek verebilen bir noktaya geldiğinin anlaşılması açısından da film, bu dönüşümü başarılı bir şekilde gösteriyor.

    Peki ya Helen Mirren? Böylesi usta bir oyuncu için değil bir paragraf, koskoca bir yazı bile az gelebilir. Venedik Film Festivali öncesi gösterime çıkan filmde Mirren'in nasıl usta işi bir performans sergilemiş olduğu çok konuşuldu. Bir oyuncunun fiziksel olarak sahip olduğu bütün özelliklerini oynadığı karakterin hizmetine sunabilmesi, gerçekten insanı hayran bırakan bir durum. Bütün bedeni, oturup kalkması, çay içerken ki bardağı tutuşu ve mimikleri ile herşeyini oynadığı karakter ile bütünleştiren, etkileyici bir oyunculuk örneği...

    Konusal anlamda geniş bir sinematografik yelpazeye sahip olan yönetmen Stephen Frears, konunun ruhunu oldukça iyi yansıtan bir yöntem izleyerek filmin etkisini, görsel anlamda da seyirciye geçirmeyi başarıyor. Dönemin televizyon yayınları ve Diana'nın hayattaykenki görüntülerinden de destek alan film, bu sayede gerçekçiliğini de en üst noktaya taşıyor.

    İngiltere'nin hiyerarşik düzeni, Kraliyet Ailesi'nin değişime direnişi, Tony Blair'in nasıl bir süreç içinde muhafazakarlaştığı gibi konulara ilgi duymuyor olabilirsiniz. Yine de bunların hepsini bir kenara bırakıp sadece Helen Mirren'i izlemek için bile sinema salonlarına koşabilirsiniz.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top