Ağır Roman, Hafif Film!
Yazar: Melis ZararsızEdebiyatın sinema, tiyatro, müzikal gibi diğer sanatlar için olağanüstü malzemeler yaratıyor olduğunu düşünmek, sonra da düşünce gücü, hayal gücü gibi konular özgürlükle ilgili olduğundan bu görsel uyarlamaların neredeyse hiçbirinin tam anlamıyla yeterli bulunulmadığından yakınmak, insanoğlunun bir çelişkisi olsa gerek... Ama haksız bir çelişki de sayılmaz...
Nobel Ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez'in 1895'te yayınlanmış olan romanı Kolera Günlerinde Aşk, dönemi ve mekanlarıyla görsel malzeme vermek, anlattığı büyülü aşk hikayesiyle de romantik izleyici çekmek konusunda yönetmenlere elbette çekici gelmiştir bugüne kadar. Buna cesaret edip yıllarca uğraşarak Marquez'den izin alabilen yönetmen ise Mona Lisa Gülüşü , Dört Nikah Bir Cenaze ve Harry Potter&Ateş Kadehi'nin yönetmeni Mike Newell olmuş. Olmuş da iyi mi olmuş tartışılır.
Elbette elini ağır bir taşın altına koyduğunun farkında olan Newell ve öyküyü kaleme alan deneyimli senarist Ronald Harwood romana aşırı derecede sadık kalmaya çalışmışlar. Fakat, ilk paragrafta bahsettiğimiz yetersizlik bu uyarlamada da ortaya çıkmış maalesef. Kolera Günlerinde Aşk'taki edebi lezzet, büyülü gerçeklik akımını sürdüren Marquez'in kelimeleri kullanışındaki ustalık, kitabı okurken 50 yıldan fazla süren bir aşka tüm bedenimizle inanmamızı ve etkilenmemizi sağlarken, filmdeki pembe dizi hafifliği, yer yer absürde kaçan ağlak romantizm kullanımı, oyuncularla özdeşleşemememiz, onların kavuşmasını isteyip istemediğimizden bile emin olamamamız sonuçlarını doğuruyor.
Oyuncular demişken, Oscar ödüllü İhtiyarlara Yer Yok'daki başarısıyla da vizyonda yerini alan Javier Bardem "budala aşık Florentino" rolünü gerçekten üzerine o kadar başarılı giyinmiş ki, İhtiyarlara Yer Yok'daki Anton Chigurh karakterinin aynı kişi olduğuna inanmak hayli zor. Türkiyeli izleyiciler olarak Ferzan Özpetek'in Karşı Pencere'sinden hatırlayabileceğimiz Giovanna Mezzogiorno ise, soğuk güzelliğiyle aşık olunan, "uğruna ölünen Fermina"'yı beyazperdeye yansıtabilmek konusunda yeterince başarılı olamamış. Filmde oyunculuklarla ilgili rahatsız eden bir başka konu da yönetmenin, erkek karakterin yıllarla değişmesini, hem farklı oyuncular kullanarak, hem de makyaj üstüne makyaj imaj üstüne imaj ekleyerek gösterirken, kadın karaktere ise, yıllara, sadece makyajla elde edilmiş birkaç çizik ve saça düşmüş akla meydan okutması olmuş.Vücut içinse aynı şeyi söylemek zor çünkü aşkına sadık kalacağım derken seks sembolü olmuş Florentino, filmin sonunda 70 yaşına geldiğinde bile vücuduna güvenirken zavallı Fermina pörsümüş bedeninden utanır hale gelmiş. Şaka bir yana diyeceğim ama, işte, şakayla karışık irdelememize olanak sağlaması bile filmin romandan ne kadar uzak işlendiğini gözler önüne seriyor.
Romanın ve dolayısıyla filmin adında yer alan "Kolera Günleri" tamlamasına gelecek olursak, filmde kolera salgınının her yanı sardığı bir dönemde yaşanan bir aşkı seyrediyor olduğumuzu neredeyse sadece, yakışıklı doktor Fermina'yı muayene ederken hatırlıyoruz. Romanda ise elbette o atmosfer tamamiyle okuyucuya verilmekte. Bu noktada Somerset Maugham'ın The Painted Veil adlı romanından uyarlanmış olan Duvak adlı filmi hatırlamamak imkansız. Çok daha etkili bir uyarlama olduğunu söylemeden geçemeyeceğim Duvak, aslında cümle anlamıyla tam da Kolera Günlerinde Aşk'ı anlatıyor ve o duygusallığı seyirciye geçirebilirken çevresel etkileri de yansıtmakta başarılı oluyor. Bir roman uyarlaması olduğu halde hayal kırıklığı yaratmayan böyle örnekleri hatırlayınca da insan düşünüyor: Belki de Marquez'in titizliği sonucu sakınan göze çöp batıyor.