Hesabım
    Allegro
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Allegro

    Burada Yaşasaydım <br>Böyle Filmler Yapmazdım...

    Yazar: Ali Ercivan

    Zetterstrom, kendisini küçük yaşlardan itibaren piyano çalmaya adamış ve gerçek dünya ile bağlarını koparacak ölçüde mükemmeliyetçi bir müzisyen. Kendisine karşı acımasız, dünyaya karşı kapalı bu adam, işinde ne kadar ustalaşırsa duygusal yaşamında da o kadar yalnızlaşmış. Bu, daha birkaç dakika içinde anladığımız bir duygu. Filmin ismi Allegro ekranda belirdiğinde, tezadı da fark etmiş oluyoruz. Allegro, kelime anlamı "neşeli" olan ve müziğin hızlı, hareketli çalınması gerektiği bölümleri tanımlayan bir klasik müzik terimi. Yani ne bu adamın ne de bu filmin olmadığı bir şeyi tanımlıyor.

    Hayatı tamamıyla planlı bir rutinde ilerleyen ve sanki konser takımını üzerinden hiç çıkarmayan Zetterstrom, tam da bir hata yaptığı, bazı şeylerin ters gittiği anda bir kadınla karşılaşıyor, yakınlaşıyor. Ne zaman ki bu iki insanın ilişkileri bitiyor, adam yaşadığı kentten uzaklaşıyor ve zihni sanki geçmişine dair tüm anıları siliyor.

    Fakat anlatıcı aracılığıyla yönetmen bu duruma müdahale edip, kurguladığı bir oyunla adamı kendi hayatı ve geçmişiyle yüzleştiriyor. Bundan sonrası, Kopenhag içinde "Bölge" (The Zone) denen bir alanda yapılan gerçeküstü yolculuk. Filmin, Tarkovski'nin Stalker'ıyla göbek bağı da ortada.

    Danimarkalı yönetmen Christopher Boe, biçimsel olarak ilk filmi Yeniden Sev Beni (Reconstruction) çizgisinde devam ediyor. Kurgusu, kamerası, ışık ve pelikül tercihlerinin sonucu oluşan grenli görüntüleri ile yine göze hoş gözüken bir iş. Boe'nin ilk filmi adeta kurgu üstüneydi. Bu kez -ilk filmde bir süsten fazlası olmayan- müziğin dramatik yapının merkezine oturduğunu görüyoruz. Müzik kullanımı ile görsel tercihler de şık bir şekilde örtüşüyor.

    Filmdeki ana karakterlerden biri olarak kullanılan kentin tasviri de yönetmenin ilk filmini hatırlatır nitelikte. Allegro, kuşbakışı şehir görüntüleriyle, çeşitli ölçeklerde krokilerle başlıyor. Ve mekan tanımlar gibi gözüken bu anlatım öğesi, aslında sadece mekan duygusunu yok ediyor. Filmin düşle gerçek arasında gidip gelen yapısı da bu muğlaklığı besliyor. Sadece konumlar görüyoruz, yaşayan mekanlar değil.

    Geçtiğimiz ay Allegro'nun 25. İstanbul Film Festivali'ndeki gösterimine bizzat katılan Boe, gösterimden önce İstiklal Caddesi'ndeki bir fast food restoranında yaşanan rehine krizine şahit oldu. Bunun üzerine, filminin gösterimine katılan izleyicilere, "Burada yaşıyor olsam böyle filmler yapmazdım" mealinde bir açıklama yapmıştı. Kendisiyle tam da o gece tanışma ve birlikte yemek yeme şansım oldu. Hip kılığı ve entelektüel soğukluğu içerisinde bu Kuzey Avrupa vatandaşının ne demek istediğini anlamak hiç zor değildi.

    Günlük hayata dair bütün pratik sorunlarını çözmüş bu refah toplumu sanatçılarının, bu denli içsel ve sembolik filmler ürettiklerini görmek hiç şaşırtıcı değil. Eserlerindeki kişisellik, gerçek hayattan kopma boyutunda. Allegro örneğinde, aslında çok duygusal bir yalnızlık öyküsü anlatılıyor ve yönetmen bunun soğuk olarak tanımlanmasını belli ki istemiyor. Karşımızda bütün biçimciliğiyle, bütün cansızlığıyla duran bu eserin kişiselliğinden hiç şüphe duymuyorum. Ama sinemada bu denli kendi içine kapalı bir kişiselliğin izleyici için ne denli zorlayıcı olduğunu görmek gerekir.

    Kendi adıma, tamamıyla bir göz boyamadan ibaret olduğunu düşündüğüm Yeniden Sev Beni'nin ardından bu filmin en azından duygusal bir derinliğini bulmuş olmaktan memnun oldum. Ama sinemanın kaçınılmaz şekilde marjinal tarafında duran ve durmaya da devam edecek olan Boe gibi yönetmenlerin işlerinin, sinemaya olsa olsa biçimsel anlamda bir şeyler katabileceklerine, uzun vadede insan üzerinde iz bırakmaya muktedir olmadıklarına inanıyorum. Doğrusu yönetmenin bir sonraki projesinin ismi bile beni ürkütmeye yetiyor: Offscreen. Meraklısına.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top