Hesabım
    Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikastı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikastı

    Bir Korkak & Bir Efsane

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    Bu eleştiriyi en kısa sürede bitirmenin kolay bir yolu var. Tek yapmam gereken Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikasti'nin ismini üç-dört kere daha tekrar etmem. Fakat yine de bu kadar bariz bir hile yapmak istemem, o yüzden yazının geri kalanı boyunca bu filmi kısaca Jesse James ismiyle anacağım.

    Jesse James'in ismi, en kolay dalga geçilebilecek film isimlerinden, çünkü hem çok uzun, hem de filmin sonunu seyirciye bariz bir biçimde açıklıyor. Buna rağmen filmi izledikten sonra daha mükemmel bir isim düşünemiyorum. Hem "vahşi batı" damgasını taktığımız 19. yüzyıl sonu Amerika'sının sadece siyah ve beyaz, iyi ve kötü gibi kavramlara bağlı bakış açısını (bu tanımın aslında 21. yy başı Amerika'sını yansıttığı da söylenebilir) seyirciye aktarıyor, hem de sonunda ne olacağını bildiğimiz için geri kalan 2 saat 40 dakika boyunca yarattığı harikülade etkileyici atmosferinin keyfini çıkarmamıza olanak tanıyor.

    Karşımızda yılın en orijinal western'lerinden birisi olmasının yanında, en iyi filmlerinden birisi var. Vahşi Batı'nın gerçekte nasıl bir hayat olduğunu olabildiğince özgün bir biçimde ekrana aktarırken, aynı zamanda panoramik görsel paleti, nostaljik anlatımı ve sakin bir nehir gibi akan montajı ile seyircide gerçek anlamda romantik bir his yakalayan nadir deneyimlerden birisi. Romantik derken bir erkek ve bir kız arasındaki aşktan bahsetmiyorum. Bir erkeğin başka bir erkeğe (Robert Ford'un Jesse James'e) bariz aşkından da bahsetmiyorum, o meseleye daha gelmedik.

    Sert ve soğuk karakter tanımlamaları ve görsel anlatımı ile Affedilmeyen, Robert Altman'ın McCabe and Ms. Miller ve hatta HBO dizisi Deadwood ile az çok karşılaştırılabilir, fakat açıkçası tek bir örnek ile kolayca tanımlayabileceğim bir western değil Jesse James. Hatta filmi izledikten sonra kafamın içinde tekrarladığım en yoğun düşünce Jesse James'in bir western olmadığına dair. Belki bir çeşit anti-western var karşımızda. O günlerin bakış açısını aktaran isminin aksine giderek iyi ve kötü adamların var olmadığını, herkesin aynı oranda kusurları olduğunu, ve o dönemlerde yaşayan "efsane"lerin herkes gibi öncelikle birer insan olduklarını görüyoruz.

    Film açıldığında çoktan yaşayan bir efsaneye dönüşmüş Jesse James'in son günleri psikolojik ikilemler ve paranoya ile dolu. Başkalarının hayretle baktığı bir figürün depresyondan yakınan, sinirleri darmadağın tarafını keşfediyoruz. Jesse James'e olan bariz homo-erotik takıntısı ile James'in peşinden ayrılmayan "aşağılık" ve "korkak" Robert Ford'un filmin sonlarına doğru yaptığı önemli seçim ile, bir efsaneyi acımasızca arkadan vurmasının ötesinde, bir nevi kurtarıcı görevini üstlenmesi, ve bu yüzden cezalandırılması filmin başında rahatsız edici bulduğumuz bu "karakter"e sempati duymamızı sağlıyor.

    İlginçtir ki filmin süikastten sonra gelen son 20 dakikası sinematik anlamda en doyurucu, en başarılı bölümü. Bu son 20 dakika, bir senaryoda neyin gerekli olup, neyin gerekli olmadığının, neyin işe yarayıp yaramadığı ile doğrudan bağlantılı olduğunu bize hatırlatıyor. Filmin doruk noktası ve bu yüzden sonu olması gereken suikastten sonra Robert Ford ve kardeşi Charley'in birden yükselen ve aynı hızla inişe geçen ününü anlatan son yirmi dakika, ekrana bir iki yazı atılarak es geçilebilirdi, ve film suikastten hemen sonra bitirilebilirdi. Fakat halkın ivedilikle efsaneler yarattıktan sonra o efsaneyi yerle bir etmek için sıraya girmesini inceleyen bu son 20 dakika, son yılların en güçlü kapanışlarından birisi.

    Jesse James rolünde Brad Pitt, her ne kadar James'in o dönem imajına uyan liderliğini ve karizmasını kolayca aktarsa da ne yazık ki mesele James'in iç çatışmalarına geldiğinde biraz fazla bariz ve abartı bir oyunculuk sergiliyor ve karaktere duyabileceğimiz herhangi bir sempatiyi azaltıyor. Diğer yandan egzantrik tanımını yeni boyutlara taşıyan, yılın en kompleksli karakteri Robert Ford rolünde Casey Affleck, kariyerinin en başarılı performansına imza atıyor. Özellikle Robert Ford'un Jesse James ile olan benzerliklerini sıraladığı uzun monolog sırasında Affleck'in mimiklerine ve vücut diline dikkat edin. Abisi Ben'in yönettiği Gone Baby Gone ve Jesse James ile yılın en iyi iki performansını gösteren Casey, yıllardır pek önemseyemediğim Affleck ailesine yeni bir bakış açısı edinmemi zorunlu kılıyor.

    Ünlü oyuncularının ötesinde filmin asıl yıldızı görüntü yönetmeni Roger Deakins. Kilometrelere uzanan panoramik "resim"lerinin yanında insan figürüne getirdiği olabildiğince titiz ışıklandırması, yılın görsel bakımdan en hayret uyandıran filmini ortaya koyuyor. Filmin her karesi kağıda basılarak sinematografi müzelerine gururla asılabilir.

    Son olarak belirtmem gerekir ki Jesse James, 3:10 Yuma gibi kolayca tavsiye edebileceğim bir film değil. Baştan sona tutarlı ritmine rağmen olabildiğince yavaş ilerleyen, hikayesini ilerletmekte uzun zaman alan bir film. Bu yüzden filmlerinde hız ve aksiyon arayan seyircinin koltuğunda kıvranmasına sebep olacaktır. Fakat Terence Mallick'in görselliklerine ve anlatım ritmine, ve 70'lerin Robert Altman'ının karakter tariflerine hayran seyircinin sinema salonlarına koşması, tavsiyem.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top