Lanet Eskide Kalmış!
Yazar: Ali ErcivanSon dönemde ardı arkası kesilmeyen korku filmleri furyasında, kimi klasiklerin de yeniden çevrimlerine rastladığımız oluyor. 1973 tarihli kült yapım The Wicker Man'in yeniden çevrimi Lanetli Ada'ya, kendine özgü bir sinemacı olarak başladığı yolculuğunun ileri aşamalarında Hollywood'un birbiriyle alakasız farklı işleri üzerine yıkar olduğu genç yönetmen Neil LaBute imza atmış.
Klasiklerin yeniden çevrimleri genelde pek akıllıca hamleler olmasa da, bugün bakıldığında kimi açılardan ilkel hatta komik gözüken yapımların elden geçirilmesine şahsen karşı da değilim. Fakat amaç orjinal filmi en azından bir adım ileriye götürmek iken, ortaya birkaç adım geride bir iş çıkarsa bunu kabullenebilmek zor.
Öykü kısaca şu: Bir polis memuru, küçük bir kızın kaybolduğuna dair bir ihbar mektubu alır. Mektubun gönderildiği adaya gidip olayı araştırmaya başlar. Fakat bu adanın halkı alışılmadık bir yaşam düzeni oluşturmuştur. Görüştüğü insanlar önce küçük kızı tanımadıklarını söylerken, polisimiz daha sonra kızın yanarak öldüğü bilgisine ulaşır. Ancak gerçek bundan daha karmaşık gibidir. Karakterimiz, küçük kızın hala yaşadığına ve onu kurtarabileceğine inanmaktadır.
Lanetli Ada, ilk filmin yapısını aynen izliyor. Giriş kısmını saymazsak, sahne sahne aynı film olduğunu bile söylemek mümkün. Ancak bu sahnelerin içeriğinde kimi önemli değişiklikler yapılıyor. İlk büyük farklılık polis karakterinin çiziminde karşımıza çıkıyor. Orijinal filmde koyu dindar biri olarak çizilen polisin olayların içine çekilmesiyle ilgili çok daha fazla gerekçe vardı. Evlilik öncesi cinsel ilişkiyi günah saydığı için hala bakir olan polis, adadaki yaşam biçimini kafirlik olarak görüyor ve bununla mücadeleyi kişisel bir meseleye dönüştürüyordu. Bu kez olayı kişiselleştirmesi için başka bir araç yaratılmış ve polisimiz kayıp kızın biyolojik babası olmuş. Fakat ilk filmin dinsel ve toplumsal içeriği ortadan kalkmış.
Bu noktada, iki filmin diğer temel farkına geliyoruz. İlk filmi kült statüsüne oturtan unsurların başında gelen, ada halkının pagan inanış ve ritüelleriydi. Cinsel özgürlüğü yücelten ve teşvik eden, çok tanrılı bir inanışı benimsemiş, Hıristiyanlık dışı bir komün oluşturmuş olan ada halkı, ana karakterimizin gözünde birer kafirler topluluğuydu. Oldukça cesur bu tema, yeni filmde tamamen devre dışı bırakılıyor. Lanetli Ada'nın halkı, anaerkil düzen üzerine kurulu bir tarım toplumundan fazlası değil. En radikal tarafları, erkekleri, öğrenim hakkı bile olmayan ikinci sınıf vatandaşlar olarak konumlamaları. Bu temanın üzerine bile pek cesurca gitmeyen film, gerilim malzemesi olarak arı yetiştiren bir grup kadın ve arılara alerjisi olan bir polis memurundan daha fazla çelişki ortaya koyamadığı için de yavan kalıyor.
Bütünüyle başarısız bir yeniden çevrim olan Lanetli Ada'nın en azından şunu yapmasını isterdim, kendi adıma: İlk filmden aldığı ve üstüne daha bile fazla gittiği tek bir mesele varsa, o da ana karakterimizin aptallığı. Bu kez zoraki bir de maçoluk halleri bürünmüş olan karakterin aslında ne kadar aptal olduğunun altı o kadar çiziliyor ki, tıpkı ilk filmde olduğu gibi bu aptallığı finalde onun yüzüne yüksek sesle vurulsaydı gerçekten keyiflenecektim. Tabii filmler içlerindeki karakterler için değil, biz seyirciler için yapılırlar. Ama bu örnekte, sanki kimi seyirci bu noktayı fark etmeyebilir diye düşünüyorum ve o polisin aptallığını yüzüne vurmanın, gerçek hayattaki birçok benzeri erkeğin de yüzüne vurmak olacağı fikrini eğlenceli buluyorum. Ama ilk filmdeki birçok diyalogu aynen kullanan film, bu fırsatı da tepiyor.
Lanetli Ada, özelliksiz sineması ve orijinal filmin kendiliğinden sağladığı radikal içeriği bile koruyamayan pısırık tavrıyla, hiç yapılmamış olmasını dilediğimiz bir yeniden çevrim olarak, en kısa sürede unutulacaklar arasındaki yerini alıyor. Hani en azından biraz ürkütüyor mu, diye soracak olursanız, maalesef o civarda bile dolaşamıyor.