<b>Benim Adım Elisabeth</b> <br> ve Biraz Mesafeliyim
Yazar: Ayşegül KesirliKişisel gelişim hikayelerinde, hikayeye konu olan karakterin ismiyle ilişkisi fazladan önem kazanıyor. Çevresindeki insanların karaktere nasıl seslendikleri, onu çağırmak için gerçek isminden farklı bir kısaltma veya başka bir sözcük kullanıp kullanmadıkları, filmin genel anlamını çözmek için başvurulabilecek yegane ipucu haline gelebiliyor. Nitekim Benim Adım Elisabeth’in ilk sahnelerinde de, başkarakter kendisini tanıtırken gerçek adı olmamasına rağmen herkesin ona Betty diye seslendiğini özellikle vurgulayarak ismiyle, kimliğiyle ve varoluşuyla bir sorunu olduğunun ipucunu veriyor. Filmin hemen başlangıcında verilen bu bilginin ardından öykü süresince gördüğümüz konuyla alakalı veya alakasız her şeyi, Elizabeth'in iç çatışmalarını yorumlamak için kullanmaktan alamıyoruz kendimizi.
Hikayesinde masalsı bir oyun dünyası ile gündelik dünyanın tedirgin edici gerçekçiliğini iç içe geçiren Benim Adım Elizabeth, hem görsel, hem de öyküsel anlamda bize yorumlamamız için gereğinden fazla malzeme veren ve aklınızı kurcalayan bir film belki de. Bu akıl kurcalayıcı ortam içerisinde, izledikten sonra neden beğenip, neden beğenmediğiniz konusunda kesin bir hükme varamayacağınız, sadece kendinizi garip bir beyin fırtınasının ortasında bulabileceğiniz bir film.
Öncelikle Benim Adım Elizabeth’in fazlasıyla disiplinli ve derli toplu bir anlatıma sahip olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Ortaya konan her görsel ayrıntının anlamsal bir karşılığı, arka arkaya gösterilen sahnelerin belli bir sırası ve her sahnenin kendi içinde bir düzeni var. Yönetmen Jean-Pierre Améris filminin üzerine titremiş ve ürpertici bir kontrol arzusu ile ortaya en ufak bir eksiği veya açığı olmayan bir film çıkarmış sanki. Bu titiz çalışmanın filmin gidişatını sürükleyici kıldığını ve filmin hem görsel, hem de öyküsel anlamda hiç aksamadan ilerlemesini sağladığını söyleyebiliriz. Améris'in kontrol tutkusu, film boyunca izleyiciye herhangi bir ritim bozukluğuyla veya anlam eksikliğiyle karşılaşmayacağının garantisini veriyor.
Fakat tam da bu aşırı düzen ve kontrol sebebiyle film ne kadar akıcı, enteresan ve anlamlı olsa da, izleyici ile sıcak bir ilişki kurmakta zorlanıyor. Aşırı düzenliliği ve pürüzsüzlüğü, Benim Adım Elizabeth’i mesafeli ve belki biraz da kibirli bir film haline getiriyor. İşin ilginç tarafı, izleyici ile arasına keskin bir mesafe koyan filmin, bu samimiyetten uzak duruşunun bile öykünün genel anlamını besleyen bir fonksiyonu mevcut.
Şunu söyleyebilirim ki, Benim Adım Elizabeth benim, düzgün gramerine, görsel zenginliğine ve tutarlılığına rağmen duygusal olarak bir türlü tamamen içine çekilemediğim, dolayısıyla fazla da etkileyici bulmadığım bir film oldu. Sanırım, gerçek dünyanın içinden çıkılamaz problemlerini bir hayal, bir oyun dünyasında çözmeye çalışan filmlerde bir sıcaklık, ufak bir gülümseme anı yaşamak istiyorum. Böyle bir film, kusursuz bir anlatıma sahip olacağına, izleyicileri öyküsüne konu ettiği hayal dünyasına davet etmeli diye düşünüyorum. Benim Adım Elizabeth’in bizi Elizabeth'in hayal dünyasına davet etmek yerine, bu dünyaya sürekli tepeden bakmak zorunda bıraktığını söyleyebiliriz.
Film boyunca yetişkin konumlarımızı bir an için bile terk etmemize izin verilmiyor sanki. Yönetmen, kendimizi filmin öyküsüne tamamen kaptırmamamız için elinden gelen her şeyi yapıyor ve bize sürekli olarak hikayenin içine sakladığı şifreli anlamları göstermeye çalışıyor neredeyse. Elizabeth'in başından geçen bütün olayları hikayenin içinden biri gibi değil de, filmin dışında oturan bir yetişkin gibi yorumlaya, çözümlemeye zorlanmak tadımızı oldukça kaçırmakta. İçinde bulunduğumuz konumdan Elizabeth'in iç dünyasının saflığına, sıcaklığına ulaşmak mümkün değil. Sanırım bu yüzden de, sinema salonunu terk ettiğimizde bir çocuğun kişisel gelişimini sıcak ve samimi bir dille anlatmasını beklediğimiz filmi, mesafeli ve kibirli buluyoruz.
Kendi hayatında Betty isminde bir kurgu karaktere dönüştürülen Elizabeth'in büyüme öyküsü, filmin gözümüze sokmakta direndiği Oz Büyücüsü göndermelerinin ve sinemasal anlatım oyunlarının arasında kaybolup gidiyor bana kalırsa. Aslında Benim Adım Elizabeth, yönetmeni Améris'in özgün dili ve akıcı anlatımıyla zenginleşen, gerçekten de son derece başarılı bir film. Keşke düşünsel olarak bizi besleyebildiği kadar üzerimizde duygusal bir etki de bırakabilseydi. Böyle bir etki bırakabildiği takdirde son zamanlarda izlediğim en çarpıcı filmlerden biri olabilirdi herhalde.