Gösterişli Bir Pembe Dizi
Yazar: Ali ErcivanZhang Yimou, aynı yolda devam ediyor. Batı için ilgi çekici, Oscar potansiyeli taşıyan, dövüş sahneleriyle süslenmiş görkemli dönem filmleri serisinin son örneği Altın Çiçeğin Laneti, 10. yüzyılda Tang Hanedanı dönemi Çin İmparatorluğu’nda geçen bir melodram.
Kraliyet ailesi içindeki çekişmeler, ilişkiler, entrikalar filmin malzemesi. Kardeş çıkan sevgililerden, üvey oğluyla birlikte olan bir imparatoriçeye; kıskanç ve hırslı küçük prensten, öldü zannedilen eski kraliçeye kadar her klişe içinde mevcut. Ama kabul etmeli ki, bu denli karmaşık bir ilişkiler ağı, filme sağlam bir dramatik hareket sağlıyor ve sonuna kadar ilgiyi ayakta tutuyor.
Zhang Yimou’nun öykü anlatıcısı olarak başarısı su götürmez bir gerçek. Süresi iki saate yaklaşsa ve az sayıdaki savaş sahnelerinden ziyade melodrama yaslansa da akıcılığı sayesinde hiç sıkmayan, nereye varacağını merak ettiren bir film ortaya çıkarmış. Filmlerinin özellikle Amerika’da gördüğü rağbet, otantik malzemesini Batı sinemasının anlatım biçimlerini kullanarak başarıyla pazarlamasından kaynaklanıyor. Aslında tam da bu yüzden, sürekli aynı formülü kullanarak tarihinden Batı insanına eğlencelikler çıkarmasından ve ticari yolu seçmiş olmasından dolayı, Yimou’yu geçmişte olduğu kadar ciddiye alamıyoruz. Fakat zanaatkarlığı her şeye rağmen takdire değer.
Altın Çiçeğin Laneti, Chong Yang Festivali yaklaşırken kendisini yavaş yavaş zehirleyen İmparator kocasını tahttan indirmek için planlar yapan İmparatoriçe, farklı taraflarda yer alan prensler ve Kraliyet doktorunun ailesi etrafında dönüyor. Kimin eli kimin cebinde belli olmayan pembe diziler vardır ya, senaryonun onlardan çok farkı yok. Ancak başta da söylediğim gibi sıkı olay örgüsü ile kendini izlettiriyor. Sıradanlıktan kurtulmasını sağlayan ise elbette görsel zenginliği.
Altın Çiçeğin Laneti öylesine görkemli bir film ki, insan tek amacının bu görkemin ta kendisi olduğunu düşünmeden edemiyor. Gerçekten görüntü yönetimi, sanat yönetimi ve Oscar’a aday gösterilmiş kostümleri göz kamaştırıcı. Zaten seyircinin gözünü boyayıp bu tür filmleri böylesine popüler yapan unsurların başında görsel zenginlikleri geliyor.
Özellikle Çin Sineması’nın görkemli tarihinin sağladığı çapıcı görselliği kullanmak konusunda büyük başarı gösterdiği kesin. Bu yolla sadece filmlerini değil, kültürünü ve tarihini de tanıtıyor. Sinema sanatı için görsel zenginliğin önemli bir meziyet olduğu da söylenebilir. Ardında sağlam bir öykü bulunduğu sürece tabii. Yimou’nun filmi, önemli bir öykü anlatmıyor gerçi ama en azından bir öykü anlatıyor. Hem de bir hanedan öyküsü... Dolayısıyla bunca şatafat yersiz değil.
Tabii filmin bir diğer gücü de başrol oyuncusu Gong Li. Uzun bir aradan sonra yeniden Zhang Yimou ile birlikte çalışan, sinema tarihinin en güzel ve güçlü kadınlarından biri olan Gong Li, resmen filmi izlettiren temel unsura dönüşüyor. Yimou’nun kamerası da, onun yüzüne odaklanmaktan kendini alamıyor. Tüm oyuncu kadrosu da onun etrafında, filmin Shakespeare-vari tragedya yapısının hakkını veren performanslar çıkarıyorlar.
Hollywood filmleri, belli bir elemeden geçerek de olsa, 90’ların ilk yarısında Çin’de gösterilmeye başlandıktan kısa bir süre sonra bu ülkenin sinemasında belirgin değişiklikler gözlendi. O dönem festivallerde filmlerini izlediğimiz Zhang Yimou gibi bazı yönetmenler, artık Hollywood’un anlatım kalıplarını benimsemiş gözüküyorlar. Bunun daha iyi ya da daha kötü olduğu hakkında yargıda bulunmak haksızlık olur.
Yimou’nun geçmişte daha özel, nadide işler çıkardığına inandığımızı saklamayacağım. Gong Li ile Yimou’nun bir önceki işbirliği, 1995 yapımı Şangay Çetesi’nin görselliğini de, şiirselliğini de, içeriğini de tercih ederim. Kendisinin bir avantür yönetmenine dönüşmüş gözükmesinden rahatsız olmuyor değilim. Fakat Altın Çiçeğin Laneti, olsa olsa fazla ciddiye alınmayacak bir yapım olarak eleştirilebilir; başarısız bir film olarak değil. Görsel olarak muhteşem ve pembe dizi kıvamında bile olsa iyi anlatılmış bir öyküsü var. Nihayetinde tüm bunların, iyi bir film ettiğini inkar etmek mümkün değil.