<b>Cevapsız Arama</b>?nız Var!
Yazar: Sanem TürkJaponca korkmaya devam ediyoruz.Japon sinemasının en üretken yönetmenlerinden -senede 6-7 film yapıyor- Takashi Miike'nin yeni filmi Cevapsız Arama huzurlarınızda. Yeni film tabirini Miike için kullanmak o kadar zordur ki, siz daha yeni duymuşken ya da henüz vizyona giriyorken başka bir filmi bitirmiştir bile Miike.
Özellikle Japon sinemasıyla ilgilenmiyorsanız, Miike'yi tanımış olma ihtimaliniz de düşük çünkü festivaller hariç gösterimde olan ilk filmi Ölüm Provası daha iki hafta önce vizyona girdi. Miike günleri Cevapsız Arama ile devam ederken biz de korkmanın keyfini sürdüreceğiz.
"Açıklanamaz hiçbir ölüm yoktur" diyor filmdeki açıklanamayan ölümleri soruşturan dedektif. Filmi seyrederken bizim açıklayamadığımız da neden insanların birbirlerine bu kadar duyarsızlaştıkları, inanmadıkları ve popüler televizyon kültürünün -Japonya'da bile- insanları nasıl yalnızlaştırdığı. Eğlenceli ve dostlar arasında yenen bir yemekle başlıyor Cevapsız Arama. Üniversite öğrencisi gençler birbirleriyle şakalaşıyor, sıradan bir akşam. Konu birden dalış esnasında ölmüş arkadaşlarına dönüyor ve daha ilk sahnede Miike'nin kamerası büyük bir gerilim yaratıyor.
Kapılardaki gözetleme deliklerinden bakamadığı için kahramanımız Yumi ile dalga geçiliyor. O kadar neşeli ve dostlar arasındaki ortamda bile yalnızlaşmayı hissediyorsunuz. Bir ara tuvalettelerken Yumi'nin arkadaşı Yoko'nun cep telefonu çalıyor ve ekranda cevapsız arama, daha sonra da sesli mesajınız var yazısı beliriyor. Ancak mesaj ileriki bir tarihten ve Yoko'nun kendi telefonundan gönderilmiş. İki arkadaş mesajı dinliyorlar ve film buradan sonra hızla akmaya başlıyor. Mesajda Yoko kendi sesinden ölüm çığlığını dinliyor. Yoko'nun ölümünden sonra sıra başka bir arkadaşları Kenji'ye geliyor, aynı şeyleri yaşayan genç de ölüyor ve Yumi'nin en yakın arkadaşı Natsumi de cevapsız aramayı alınca kızlar ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Tam bu noktada Takashi Miike bizi oldukça şaşırtan bir şey yapıyor ve televole kültürü olarak adlandırdığımız popüler televizyon programlarının Japon versiyonu ile tanışma fırsatı buluyoruz. Telefonla gelen ölümler basına yansımış olduğu için bir grup medya ordusu Natsumi'yi esir alıyor ve genç kız ölüm korkusu içinde ne yapacağını bilemez vaziyette, canlı yayında bir şeytan çıkarma rezaletinin içinde buluyor kendini. Aynı bizim televizyonlarımızda sık karşılaştığımız, ne tartışıldığı belli olmayan, bol uzmanlı bir canlı yayında ortalık karışıyor. Sıranın kendisine geldiğini bilen Yumi'ye kalan, kendisine inanan tek kişi, kardeşi boğularak ölen Hiroshi ile olayların içine girmek ve peşindeki ölümü kovalamak. Bundan sonrası bizim içinse her dakika gerilmek çünkü filmin her sahnesi son sahnesiymiş gibi anlatılıyor. Tam bitti deyip rahat bir nefes alacakken gerilim yeniden başlıyor ki Takashi Miike bu konuda adı geçen ustalardan biridir.
Gerilimin yüksek dozda olduğu filmin artılarından biri, Hollywood yapımlarının aksine, bol efekte boğulmuş olmaması. Mide bulandırıcı, kanlı revanlı görüntülerle değil kameranın derinliği ile korkuyorsunuz. Filmde kullanılan telefon sesi ve müzik inanılmaz etkileyici. Hiçbir şey anlatılmamış olsaydı bile sadece bu müzikle akan görüntüler gerilim yaratmaya yeterdi. Genç Japon oyuncular oldukça başarılı performanslar sergiliyorlar. Filmde kült korku filmi klişeleri tamamen yok değil ancak bu kesinlikle rahatsız edici boyutlara varmıyor çünkü Miike zaten sinemaya getirdiği yeniliklerle tanınan bir yönetmen. Bu filmde tercih ettiği görüntü yönetmeni Hideo Yamamoto ise Japonya'da yıldızı gün geçtikçe parlayan bir sanatçı. Korku filmi olmasına rağmen çok fazla karanlık kullanmayarak her ayrıntının seçilebilmesini sağlıyor.
Takashi Miike'nin ilham kaynağı bir yönetmen olduğunu söyleyebilirim, öyle ki Kill Bill Vol.1'deki kalabalık dövüş sahnesini bile, Miike'nin Ichi The Killer (Katil Ichi) filminden etkilendiğini söyleyerek çekiyor Quentin Tarantino. Tanınmaya değer bir yönetmenle karşı karşıyayız üstelik çok fazla korku filmi de yok, daha çok aksiyonla uğraşıyor Miike.
Şanslı olduğumuz bir diğer konu ise filmin orijinal versiyonunu seyredebilmek, Halka'daki gibi Amerikan yapımı kopyasına mahkum olmamak. Takashi Miike'nin en sevdiğim yanı birilerine ya da bazı filmlere göndermeler yapmayarak tamamen kendi tarzını yaratması, kendi tabiriyle "filmlerine göndermeler yapılan yönetmen" olmayı tercih etmesi. Dolayısıyla konu tanıdık gibi görünse de olay örgüsü ve finali tamamen Miike'ye özel.
Tanık olacağınız popüler kültür, yalnızlığa mahkum olma ve korkularımızın bizi idare etmesi ise hepimize özel. Tüm bu özellikler için savrulup giden insanlar olan karakterler sizden benden farklı değil. Belki de filmdeki en büyük korku ölüm değil, başımıza kötü bir şey geldiğinde terk edilmek, inançlarınızı yitirmek ve teslim olmak... Ben popüler kültüre tamamen teslim olmayıp özellikle sinemada, bağımsız filmleri ve yeni yönetmenleri keşfetmeyi ve izlemeyi sevenlerdenim. Korku filmleri ile ilgileniyorsanız, sadece bu filmi değil tüm Japon yapımlarını denemenizi tavsiye ederim, unutmayın son birkaç yıldır Amerikalı yapımcılar bu filmlerin haklarını satın alabilmek için savaşıyorlar. Son derece üretken bir sinemacılık anlayışına sahip Japonlardan biri Takashi Miike, tanımanızı tavsiye ederim.