Şöhrete tapınma ve Amerikan medya kültürü konulu hikâyesi Paul D. Zimmerman tarafından yazılan “The King of Comedy”, yönetmen koltuğunda büyük sinema ustası Martin Scorsese’nin oturduğu oldukça çarpıcı bir drama…
Alakasız bir biçimde 18 Aralık 1982’de ilk önce İzlanda’da vizyona giren ve Amerikalı izleyici ile ancak iki ay sonra (o da sınırlı salon gösterimiyle) 18 Şubat 1983 tarihinde buluşan filmin, 7.8/10 (92.475 oy) ve 4.1/5 (25.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 8.4/10 (62 yorum) ve 73/100 (13 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, iddialı bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Ama biz yine de 20 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve 2,5 milyon dolarlık bir hasılat rakamı ile de gişeye çakılan bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak inceleyecek ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun için de sırf; tamamen farklı türlerin temsilcileri olmalarına rağmen Ray Charles, David Sanborn, The Pretenders, Frank Sinatra, Talking Heads ve Van Morrison’ın kulakların pasını silen müzikleri için dahi izlenebilecek olan bu filmin ayrıntılı incelemesine geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, “bir gecelik kral olmak” sosyolojik tespitini, Scorsese’nin “dark comedy / kara mizahın” bütün ögelerine yer verdiği alaycı bir dille anlattığı sıra dışı bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Aslında filmin hikâyesindeki ana fikir, Andy Warhol’un 1960’lardaki o herkesçe bilinen ve günümüzde de geçerli olan, “In the future everybody will be world famous for fifteen minutes / Gelecekte herkes on beş dakikalığına dünyaca ünlü olacak” kehanetinden çok da farklı bir şey değil…
Zira Robert De Niro’nun canlandırdığı Rupert Pupkin karakterinin bütün çabası da hiç değilse bir geceliğine de olsa “komedinin yeni kralı” olarak Jerry Langford’un (Jerry Lewis) TV şovunda yer alabilmek ve bunun içinde akla hayale gelmedik her yolu denemek…
Yani bu da demek oluyor ki, aradan geçen bunca zamana rağmen bu muhteşem filmi halen izlememiş ve yorumumuz sonrasında meraka kapılarak izlemeye karar verecek olanları 109 dakikalık oldukça renkli ve hareketli bir sinema şöleni bekliyor…
Elbette filmi bir şölen haline getiren şeyler hikâye ve Scorsese’nin bu hikâyeyi kara mizahla bezediği işleme tarzı ile sınırlı değil…
Scorsese’ye göre, “Fantezinin gerçeklikten daha gerçek” göründüğü bu filmde, oyunculuk performansının hasını sergileyen Robert De Niro ile Jerry Lewis’in şovları da oldukça büyük bir öneme sahip…
Üstelik her iki oyuncu da kendilerine dair sinemada yaratılmış olan tipolojilerin tam tersine sahip karakterleri canlandırırlarken…
Nasıl mı?
Şöyle ki, her zamanki gibi “bütün sululukları” yine Jerry Lewis’in yapması beklenirken, bu filmde o görevi bizzat Robert De Niro üstlenmiş…
Jerry Lewis ise yıllardır her akşam aynı stand – up komedyenini canlandırmaktan sıkılan ve hayatından bezmiş olan yalnız bir TV yıldızını oynamış…
Fakat bunu yaparlarken her ikisi de izleyicide “Bu iş de bir terslik var” duygusuna neden olmamışlar…
Hatta eminiz De Niro ve Lewis’i daha öncesinden tanımayanlar bırakın herhangi bir tersliği hiçbir şey hissetmemişlerdir de…
Ki zaten, işin içinde Martin Scorsese, Robert De Niro ve Jerry Lewis gibi isimler varken öyle de olmalıydı…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi yaptığımız açıklamalar sonrasında meraka kapılarak filmi izlemeye karar vereceklerin ağzının tadını kaçırmış olmamak adına “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; nitelikli film izlemeyi alışkanlık haline getirmiş olan sinemasever dostlarımıza, “Hollywood stüdyolarının Marvel evrenine sıkışıp kaldığı günümüzde Amerikan sinemasının Martin Scorsese gibi yaşayan çınarlarının filmlerini de izleme listelerinizden eksik etmeyin” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde “İyi” kategorisine dâhil ederek puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de eğer halen izlemediyseniz bu arşivlik Scorsese filmine “mutlaka bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…
Son bir not:
Tek kanallı siyah – beyaz TRT Televizyonu yıllarının efsane “Charlie's Angels / Çarli’nin Melekleri” (1976–1981) dizisinin, diziden ayrılan Sabrina Duncan (Kate Jackson) karakterinin yerine diziye dâhil olan yeni melek Tiffany Welles’ı canlandıran Shelley Hack’i bu filmde, Jerry Langford’un asistanı Cathy Long olarak “aynı tazelikte” yeniden görmenin hoş bir sürpriz olduğunu o günlerden bugünlere uzanabilenlere anımsatmak istedik…