Restoranda gergin bir gece… Fazla gergin!
Yazar: İdil Hazal Acar“Umami”, Disney+'ın uzun zaman sonra izleyiciyle buluşan ilk orijinal yapımı. Aslında 2021 yapımı Philip Barantini filmi “Boiling Point”in uyarlaması. Başrolleri Burak Deniz, Öykü Karayel, Osman Sonant, Onur Ünsal, Murat Kılıç ve Ulvi Kahyaoğlu paylaşıyor. İstanbul'un lüks ve hareketli bir restoranında yaşanan gergin bir geceye götürüyor film bizi. Yönetmenliğini Karga Seven Pictures’tan tanıdığımız yapımcı Emre Şahin üstleniyor. Senaryo ise Çağlar Can Cengiz tarafından kaleme alınmış.
Karga Seven detayını vermem boşuna değil. Zira bu yapım şirketi genel olarak uyarlama iş çalışmayı seviyor (Kendilerini Netflix’teki "Pera Palas’ta Gece Yarısı" dizisiyle de tanırsınız). Bu uyarlama sevgisinin yanı sıra Amerika’da yerleşik bir yapım şirketi olmaları filme çok Amerikanvari bir imza atmalarına sebep olmuş. Bir izleyici olarak son yıllarda anaakım filmlerde, dizilerde, hatta bağımsız sinemada bile pek çok restoran ve şef tasviri izledik. Hali hazırda “The Bear” gibi bir ödül canavarı Disney+’ta yayınlanmakta. Anaakım televizyonda ise en çok izlenen programlardan birinin "Masterchef" yarışması olduğunu hatırlatayım. Dolayısıyla izleyicinin hem yabancı hem yerli mutfak temsiline bu kadar aşina olduğu bir dönemde, yabancı film kodlarıyla yerli bir film yaparsanız ezbere çalışmamanız gerekir. "Umami" ise ne yazık ki bu hataya düşmüş.
Başta da söylediğim gibi film yeni açılan "Umami" restoranının çok stresli bir gecesini odağına alıyor. Alamet-i farikası ise tek plan sekans tekniğiyle çekilmiş olması. Ünlü şef Sina Bora (Burak Deniz), babasının hastaneye kaldırıldığı ve kalp ameliyatı geçireceği bir gecede yoğun restoranının ve ekibinin başında durmak zorundadır. Restoranda ise pek çok sorun vardır. Bunların büyük kısmı işletme işini üstlenen ortağı Cengiz’in (Ulvi Kahyaoğlu) plansızlığından kaynaklanır. Habersiz gelen bir İtalyan şef ve yemek eleştirmeni, yemeği geri gönderen müşteriler, müşteriyle tartışan şefler, çeşitli iletişim problemleri ve kargaşalar sonucu restoranda büyük bir kaos yaşanır. Gece, tüm ekibin birbiriyle kanlı bıçaklı hale gelip kavga etmesi ve Sina’nın stresten yere yığılmasıyla sonlanır. Kabaca, ters giden bir restoran hikayesi yazmak istesek, içine neler yazardık diye düşünüp vereceğimiz tüm cevabı filme çekmemizle elde edilecek film "Umami" olurdu. Fakat senaryodaki danışmanlık gerektiren ciddi hatalar, filmi izleyicinin aklında belirebilecek imajdan uzağa götürmüş.
Öncelikle bu kadar gergin ve stresli bir film yazarken izleyiciye benimseyebileceği ve bağlanabileceği en az bir tane karakter sunmak gerekir. Bu filmde ise bütün karakterler itici. Özellikle Sina için babasının hasta olmasından ve zor durumda kalmasından ötürü bir sempati kazanmaya çalışılabilirdi ama Sina neredeyse her konuda haksız, sürekli özür dileyen ve hata üstüne hata yapan bir karakter. Sina’nın yaptığı hatalar bir noktada artık saçmalık seviyesine varıyor ve sempati duymanız gereken karakterden iyice soğuyorsunuz. Yani Noma olma iddiası taşıyan bir restoranın şefi nasıl pirzola sipariş etmeyi unutur? Hadi onun babası hastanede, üzgün olduğu için unuttu desek; o böyle bir hata yaparken sous chef ne yapmaktadır? Kimse dolapta sayım yapmaz mı bu restoranda, gibi pek çok soru doğuruyor bu hikâye. Filmin en önemli hatası ise bütün hikâyeyi sırtlayan ana karakterin iyi yazılmamış olması.
Ama bununla da bitmiyor çünkü girişi yapılan çoğu sahne yarım kalıyor. Örneğin tırnağını tabağın içine düşürmüş olmaktan endişe eden bir şef var. Sonunda hikayesi nereye bağlandı bilmiyoruz. Kolları façalı bir yardımcı şef var. Kolu neden façalıydı? Giriş yok, gelişme yok, sadece filmin sonunda Sina’ya sarılsın diye yazılmış karton bir karakter. Murat Kılıç’ın oyunculuğuyla insanın sinirlerini başarıyla kaldırdığı müşterinin hikayesi de, yine, hiçbir yere bağlanmıyor. Garsonlar kendi aralarında konuşarak filmin süresini harcıyorlar ama filmin sonunda görmüyoruz hiçbirini, onlara ne oldu bilmiyoruz… Bu kadar fazla karakteri odağına alıp onlara sahne veren bir filmde hepsinin son halini görmemiz gerekir. Bu filmin süresini uzatır belki ama olması gereken de budur. “Umami”de ise sadece Sina’nın sonunu görüyoruz. Bu da yeterli bir final mi tartışılır.
İlk baştaki konuya geri dönecek olursak… Uyarlama bir film çekerken bu filmin alıcısı olacak pazarı biraz tanımak ve senaryoyu buna göre yazmak gerekiyor. Örneğin etkili bir başlangıç olması için yazılan açılışta; denetçinin süzgeç yırtık diye, yerdeki fayans kırık diye restoranı kapattırma tehdidini hatırlayalım. Buradaki diyalog tabii ki ideal bir dünyaya göre yazılmış ve ideal dünyalarda olması gereken bir diyalog. Ama filmi izleyen herkes, mutfakta sorun olarak sunulan maddelerin Türkiye’de restoran kapattırmayacağını, Türkiye’de restoran işletmenin böyle bir şey olmadığını bilir. Bunu bilmek için de restoran işletmek gerekmez üstelik. Alelade bir restorana yemeğe gitmek yeterlidir. Dolayısıyla benim izleyici olarak intibam, bu filme emek veren insanların Türkiye’yi pek de tanımadığı oluyor. Türkiye’yi tanıdıklarını orijinal film “Boilnig Point”teki alerjen sahnesini çıkarıp yerine alkollü risotto gerginliği ekleyerek göstermek istemişler sanırım. Ama alerjen başlığını hiç kullanmayacaksanız neden senaryoya trük olarak birden fazla defa eklediniz diye sormak isterim.
Senaryodan uzaklaşıp sadece yönetmenliğe bakmak istediğimde de yönetmenin kadrajını Sina’nın yüzünden çekemediğini görüyorum. Genel olarak oyunculukların harcandığını hissettiriyor bana. Örneğin karşısında oturan yemek eleştirmeni Nükhet çok etkili bir monologtayken biz sadece Sina’nın yüzünü görüyoruz. Benzer şekilde filmde yer edinmiş olmasına rağmen sadece sesini duyup yüzünü hiç göremediğimiz karakterler var (Murat Kılıç’ın canlandırdığı müşterinin oğlu mesela). Bu tercihi de pek anlayamadım.
Bütün bu yazdıklarım sonucunda “Umami”nin kendinden bekleneni verebilen bir film olduğunu düşünmüyorum. Ama restoran mutfaklarında geçen ve “biz”den olan, çeviri kokmayan daha fazla film izleme konusunda hala çok hevesliyim ve ümidimi kaybetmedim.
İdil Hazal ACAR