Belleğin Unutmaya Karşı Savaşı
Yazar: Onur Çakmak19.yy’da ortaya çıkan toplumsal hafıza ya da diğer bir deyişle kolektif bellek kavramının neleri imlediği ile ilgili tahmin yürütmek kuşkusuz güç değil. Özetle, var ettiğimiz toplumda irili ufaklı grupların oluşturduğu, paylaştığı ve geleceğe aktardığı, deyim yerindeyse büyük bir bilgi havuzu. Türkiye gibi çok yakın tarihi bile katliamlar ve yıkımlarla dolu bir ülkede, farklı saiklerle sık sık gündeme geldiği ve tartışıldığı bir gerçek. Seçici bir belleğe sahip olduğumuzu düşünürken, buna etki eden pek çok faktörü de birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Böyle bir girizgah yapmamın nedeni ise Hiçbir Şey Yerinde Değil (HYD)’in konusu ve bunu beyaz perdeye aktarırken düşündürdükleri. Uluslararası prömiyerini 58. Karlovy Vary Film Festivali’nin Proxima Yarışması’nda yapan film, yönetmeni Burak Çevik'in 4. uzun metrajı. Daha önce Tuzdan Kaide, Aidiyet ve Unutma Biçimleri yapımlarıyla Berlin Film Festivali’nde yer alan Çevik, bu kez Türkiye’nin üzerinden silindir gibi geçen 1980 darbesinin öncesindeki en korkunç katliamlardan birini, Bahçelievler Katliamı’nı kendi süzgecinden geçirdiği bir filmle karşımızda. Pişman değiliz açıklamaları yapan faillerinin defalarca mahkum edilmelerine rağmen salıverildikleri, halen bütüne dair eksik parçaların bulunduğu, hunharca gerçekleştirilen bir katliam bu.
Burak Çevik, 1 saat 16 dakika uzunluğundaki yapımın bir kurmaca olarak izlenmesi gerektiğini söylüyor. Buraya yazının sonunda yeniden değineceğim. Öncelikle Çevik’in bu ifadesinin T24’te Hazal Özvarış ile yaptığı röportajda bulunabileceğinin notunu düşeyim. Bu röportajın oldukça tatmin edici olduğunu fakat bu memnuniyetin, benim adıma, kendisine yöneltilen nefis sorularla sağlandığını da özellikle belirtmeliyim. Filmi izlemeden önce özellikle okumamıştım, gösterimden çıktıktan sonra sorularımın cevabını da büyük ölçüde almış oldum.
Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda başta En İyi Yönetmen olmak üzere 3 ödül alan filmin festival seyircisini ve eleştirmenleri ikiye böldüğü, festivali yerinde takip edenler tarafından söylenmişti. Bunun başlıca nedeni Çevik’in esinlendiği Bahçelievler Katliamı’nı ele alış şekli. Filmin Başka Sinema’daki tanıtımı “1978 yılında, sol devrimin şiddetle değil siyasetle gerçekleşeceğine inanan beş solcu genç bir evde toplanarak çıkardıkları dergiyi tartışmaya başlar. O gece yaşanacak olanlar, 1980 darbesi öncesinde Türkiye’de var olan siyasi kaosu gözler önüne serer.” şeklinde yapılmış. Çevik’in röportajda kullandığı “Peşinde olduğum insanın inancı uğruna öldürmesi ve ölmesi meselesi” ve “Seyirciye gözlük vermedim, şiddetin gözünün içine bakmak dönüştürücü olabilir” ifadelerini bununla birlikte düşünmek önemli.
Kadroda Burak Can Aras, Celal Öztürk, Efe Taşdelen, Eren Kol, Onur Gözeten, Tufan Berk Yıldız, Yiğit Ege Yazar yer alıyor. HYD, farklı yönleriyle rahatsız edici olsa da oyuncuların performansları başarılı. Bir TV yayınıyla açılan film, aynı şekilde sona eriyor ve döngüsel bir izleği takip ediyor. Tek plan halinde çekilmiş ve mekan olarak sadece bir evin içini görebiliyoruz (1978’de yaşanan katliam tek mekanda gerçekleşmiyor). Filmin ilk yarısında mücadeleleriyle ilgili konuşmalarına şahit olduğumuz Türkiye İşçi Partili “isimsiz” öğrencilerin sayısı ve faillerin sayısı, ilk bakışta hikayeyi kurmaca düzlemine çekmeye ve yine yönetmenin peşine düştüğünü söylediği “Bir insanla katili ayıran sınır nedir?” ve “İnsanın inandığı şey uğruna bir insanı öldürmesi ve bir insanın inandığı şey uğruna ölmesi meselesi" sorularıyla bu tercihini desteklemeye hizmet ediyor gibi görünüyor.
Ancak öyle bir ikinci yarı izliyoruz ki Çevik’in önce hikayeyi ele alışındaki ve takiben kurgusundaki sorunlar faş oluyor. İlk bölümde sosyalist öğrencilerin inançlarına dair, yaşam ve ölüm arasındaki konumlanışlarına dair doneler göremiyoruz. Buna karşın, ikinci yarım saatte, ülkücü 2 kişi evi basıyor ve evdeki öğrencileri bağlayarak, susturarak, vahşetin ortasında adeta sahne alıyor ve kendi motivasyonlarını yansıtan monologlarını sergiliyor. Katliamın yaşandığı gece ile ilgili her şey bilinmese de tahmin ediyorum Çevik, yaptığı araştırmalar ve dönemin tanıklarıyla hatta failleriyle yaptığı görüşmeler sonucunda birçok ayrıntıya ulaşmıştır. Tam bu noktada, yukarıda sahip olduğu soruların da ışığında, kamerayı iki tarafın ortasına koyma tercihine rağmen filmin ibresi rahatsız edici şekilde tek tarafa, faillere doğru kayıyor. Çünkü ülkemiz gerçeklerinde bu dengeyi bulma isteği, kendi deyimiyle şiddetin gözünün içine bakarken her zaman adil olmayabiliyor. Şartların eşit olmadığı net bir biçimde bilinen bir atmosferde, şiddetle dönüştürücü bir ilişki kurmak mümkün olamıyor.
Tüm bunların yanında, yukarıda söylediğim gibi, her ne kadar kurmaca olduğu söylense de filmin katliamla ilgili hakikatlere de doğrudan yer verdiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Katliamın ve sonrasının bu kadar nedametten yoksun oluşunun baş sorumlularından devletin de anlatıda belli belirsiz bir yeri var. Dönemin cuntasının resmi ideolojisini ve o günlerden bugüne süregelen devlet aklını fotoğrafın dışına çıkarmanın imkansızlığı, kuşkusuz filmin durduğu yerin sorgulanmasına sebep olacak diğer bir faktör. Türkiye tarihinin en önemli kırılma anlarından birinin temsilinin, bir katliamın hafızasının günümüze bu şekilde ulaşmış olması üzerine asıl düşünülmesi gereken soru olarak ortada duruyor.