“Ama Kafamız Nasıl Güzel…”
Yazar: Gizem Şimşek KayaOops Doughnuts Productions yapımcılığında çekilen Don't Turn Out the Lights ya da Blue Light, Türkiye’de gösterime girdiği adıyla Işıkları Söndürme’nin yönetmen ve senarist koltuklarında Andy Fickman oturuyor. Görüntü yönetmenliğini Ethan Palmer’ın üstlendiği filmin müzikleri Nathan Wang tarafından yapılmış. Filmin oyuncu kadrosunda ise Finley Rose Slater, Jasper Cole, Jarrett Austin Brown, John Bucy, Bella DeLong, Crystal Lake Evans, Ana Zambrana gibi isimler bulunuyor.
Filmin konusunu bir müzik festivaline gitmek için yola çıkan bir grup arkadaşın bu süreçte karşılaştıkları doğaüstü olaylar oluşturuyor. Bir grup arkadaş müzik festivaline gitmek için karavanları ile birlikte yola koyulur. Arkadaşlar, ıssız bir yolda ilerlerken bir aracın saldırısına uğrarlar. Büyük bir korkuya kapılan ekip, vakit kaybetmeden polisi aramak ister ancak telefonlarının çekmediğini fark ederler. Çok geçmeden tuhaf, doğaüstü olaylar yaşamaya başlayan grup, içine düştükleri kabustan kurtulabilecek midir?
Olivia’nın saçma sapan bir yerde balonlarla süslü doğum günü partisi için gelen arkadaşları tanımamızı sağlayan yapım, daha ilk dakikada küçük bir kız çocuğunun her şeyin kötü gideceğini gösteren bir şarkı mırıldanmasıyla klişelere başlıyor. Açılış sahnesini atlatabilirseniz bir süre nefes alabildiğiniz film, arka arka yerleştirilen klişeler ve “Bu sahne bir yerden tanıdık geliyor” diyeceğiniz sahnelerle yapılan twistlerle ilerliyor. İçki ve uyuşturucunun su gibi aktığı 48 saat sürecek bir konsere özel davet ayarlayan Olivia’nın erkek arkadaşının getirdiği karavanla oradaki süsleri pastaları vs. toplayıp yola çıkan gençler, doğaüstüyle mücadeleleri öncesi kırsalda karşılaştıkları insanlarla mücadele ediyorlar. Oyuncuların ilk sahnedeki yapay performanslarını atlattıktan sonra orta halli bir performans ile seyir düzeyi biraz yukarıya çekiliyor. Stephen King’in Kamyonlar öyküsüne gönderme içeren sahnelerden sonra ise yavaş yavaş ıssızlığın olduğu Wrong Turn’e kayıp, sonra da Jeepers Creepers gibi bir doğaüstü varlığa başvurmayı deniyor. Buraya dek olan tüm klişelere rağmen bu doğaüstü varlığın ne olduğunu göstermeyerek artı puan kazanmayı biraz olsun başarıyor. Ki tahmin edeceğiniz üzere bu da çok ‘orijinal’ bir fikir değil, sadece doğru bir tercih.
Ancak, buraya kadarki anlatımdan anlaşılabileceği üzere biraz kafası karışık bir filmle karşı karşıyayız. Aralara ırkçılık ile ilgili serpiştirdiği mesajlarla toplumsal gerçekçi bir dokuya selam veren, kadın erkek ilişkilerini yer yer gençlerin gözünden sorgulatan ancak bütün bunları yaparken de ‘izle – unut’ filmi olduğunu hiç es geçmeyen… Fakat hepsinden de öte, rotasını (tıpkı yola çıkmış bu gençler gibi) zaman zaman ciddi ölçüde kaybeden bir film “Işıkları Söndürme”. Zaten filmin ilk adı Blue Light olup ardından isminin Don’t Turn Out the Lights’a evrilmesi ve en nihayetinde bu iki ismi de karşılayan unsurların filmde karşımıza çıkması yapım sürecinin sette şekillendiği izlenimini fazlasıyla uyandırıyor.
Doğaüstü emareleri görünene kadar klasik bir ıssız yol kovalamacası filmi havası taşırken, doğaüstüne girince ve bunun nedenleri ile sonuçlarını net biçimde vermeyip sadece final sahnesindeki ufak bir göndermeyle filmin içine atıfta bulununca ‘müthiş yaratıcı’ bir iş yapılmadığını birisi Andy Fickman’a söylemeli… Yoksa Fickman’dan, daha fazla hayal kırıklığı ve karmaşa ile dolu yeni filmler izleyeceğiz…
Sonuç olarak Don’t Turn Out The Lights ya da diğer adıyla Blue Light; kendi içerisinde kafa karışıklığı bulunduran, twist yapmak adına tüm klişeleri arka arkaya sıralayan orta halli bir yapım.