BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
3,0
Ortalama
Muhteşem Lillian Hall

Muhteşem Lillian Hall’un Replikleri Silinirken…

Yazar: İdil Hazal Acar

Broadway, yeteneğin yanı sıra hafızayla da var olunan bir sahnedir. Her performans, önceki gecelerin bir tekrarıdır ama aynı zamanda yeniden doğuşudur. Peki ya belleğiniz sizi terk etmeye başlarsa? Michael Cristofer’ın yönettiği "The Great Lillian Hall", bu soru etrafında örülmüş bir veda hikâyesi sunuyor. Jessica Lange’ın başrolde olduğu film, klasik bir tiyatrocu portresinin ötesine geçmeye çalışıyor ancak bunu başarıyla gerçekleştirebiliyor mu muallak.

HBO

Filmin merkezinde, Broadway’in saygıdeğer yıldızlarından Lillian Hall (Jessica Lange) yer alıyor. Ömrünü sahneye adamış, birçok ikonik rolü ile hafızalara kazımış bir tiyatro sanatçısıdır. Ancak başrolüne hazırlanmakta olduğu Çehov’un Vişne Bahçesi oyununun provalarında repliklerini unutmaya başlamıştır. Provalar devam ettikçe unuttuğu ve karıştırdığı replikler yönetmeni ve yapımcıyı endişelendirir. Büyük ısrarlar sonucu gönderildiği doktor, kendisine demans teşhisi koyar. Şimdi Lillian hastalığını ya kabul edip kendisini bekleyen sona hazırlanacak ya da kimseye bir şey söylemeden provalara gitmeye devam edecektir. Yeni durumu onun yalnızca sanatla değil; kendisini sanat üzerinden var edişi, bu yüzden yapamadığı anneliği ve kendisine yüklediği anlamlarla hesaplaşmasını tetikler. Bu vedanın hem kişisel hem sanatsal boyutu film boyunca işleniyor – kimi zaman dokunaklı bir yoğunlukla, kimi zaman da yüzeyde kalan anlatım tercihleriyle…

Filmin senaryosu Elisabeth Seldes Annacone’a ait. Yapımcıları arasında Bruce Cohen, Steven Rogers, Scott Thigpen ve Marie Halliday yer alıyor. Görüntü yönetmeni Simon Dennis, müzikte Mac Quayle, kurgu koltuğunda ise Joseph Krings bulunuyor. Kadroda Jessica Lange’e yine bir Broadway oyuncusu olan Kathy Bates, Lily Rabe, Jesse Williams ve Pierce Brosnan gibi isimler eşlik ediyor.

Jessica Lange, Lillian Hall karakterinde etkileyici bir performans sergiliyor. Karakterin zihinsel dağılmasını yalnızca kelimeleri unutarak değil, beden diliyle, mimikleriyle, duraksamalarıyla hissettiriyor. Ancak bu kuvvetli merkez performansa rağmen film, karakterin iç dünyasını derinleştirmekte zaman zaman yetersiz kalıyor. Özellikle Lillian’ın kızı Margaret (Lily Rabe) ile ilişkisi büyük dramatik potansiyeliyle filmi bile sırtlayabilecekken birkaç yüzeysel sahneyle geçiştiriliyor.

Kathy Bates’in canlandırdığı Edith karakteri Lillian’ın çalışanı ve dostu olarak senaryoda önemli bir figür. Ancak yine yeterince işlenmemiş bir yan karaktere dönüşmüş. Pierce Brosnan ve Jesse Williams da karakterlerinin duygusal katmanlarını açacak sahnelerden yoksun. Özellikle Pierce Brosnan, tatlı tatlı flörtleşmekten ve Lillian'a hediye bırakmaktan başka bir şey yapmadığı için bu rolde biraz harcanmış gibi görünüyor. Film, yan karakterleri yalnızca Lillian’ı çevreleyen figürler olarak kurgulamış; bu da anlatının zenginleşmesini engelliyor.

Filmin en güçlü yönlerinden biri, kuşkusuz görüntü yönetimi. Simon Dennis, Lillian’ın sahnedeki ışıltısını ve sahne dışındaki yalnızlığını etkileyici bir görsel kontrastla yansıtıyor. Özellikle aklının karıştığı ve kaybettiği kocasının hayalinin peşine düştüğü sahnelerdeki ışık kullanımı ile boşluk hissi, karakterin zihinsel durumuna paralel olarak mekânla duygusal bir bağ kurmamıza olanak tanıyor. Mac Quayle’in müzikleri de, filmin dramatik anlarını abartmadan destekliyor. Duyguların üzerine basmayan bu sade müzikal tercih, senaryonun teatral tonuna karşı dengeli bir yaklaşım sunuyor. Ancak bu teknik özen bile, anlatının yer yer yüzeysel kalan yapısını tamamen telafi edemiyor.

“The Great Lillian Hall”, özellikle benzer temaları işleyen “Still Alice” (2014) ve “The Father” (2020) gibi filmlerle kıyaslandığında dramatik etkisi daha zayıf kalan bir yapım. Julianne Moore’a Oscar ödülü de getiren “Still Alice”, Alzheimer teşhisi konan bir dilbilim profesörünün zihinsel çözülüşünü izleyicinin kalbine dokunacak şekilde işlemişti. Anthony Hopkins ve Olivia Colman'ı baba-kız rolünde izlediğimiz “The Father” ise zaman-mekân algısını bozarak seyirciyi doğrudan karakterin zihinsel karmaşasına çeker. “The Great Lillian Hall”, bu iki filmle kıyaslayınca daha klasik, daha “dışarıdan izleyen” bir anlatım kuruyor. Bu tercih, filmin empati kurdurma gücünü sınırlıyor.

Senaryo aslında Lillian’ın zihinsel çöküşü, hayatla ve sanatla vedalaşması için güçlü bir anlatı zemini sunuyor ama film bu zemini sadece belli ölçüde değerlendiriyor. Yer yer etkileyici monologlar ve güçlü sahneler barındırsa da bütünsel anlamda duygusal derinlikten yoksun bir yapı hissi bırakıyor. Lange’in üstün oyunculuğu ise bu yapının en parlayan ve neredeyse tek gerçek katmanı olarak öne çıkıyor. Bir HBO yapımı olarak televizyon kodlarına gereksiz derecede sadık kaması ve Lillian’a hazırlandığı rolü başarıyla oynatarak, filmi illa mutlu sonla bitirme çabasını ise rahatsız edici ölçüde gerçeklikten uzak buldum. Her filmin mutlu sonla bitmesi gerekmez ve hatta Lillian’ın son anda rolü yardımcı oyuncuya bırakıp eve dönmesi de yaralı egosuyla barışması anlamında bir zafer olarak kabul edilebilir, mutlu bir son sayılabilirdi. Bunun yerine tercih edilen final beni pek ikna etmedi.

Sonuçta unutulacak kadar hafif, fena zaman geçirtmeyecek kadar da samimi olan "The Great Lillian Hall"; Jessica Lange'ın büyüleyici performansına rağmen izleyiciyi derin bir duygusal yolculuğa çıkarmakta eksik kalan, klasikten şaşmayan bir “son perde” hikâyesi. Sahne ışıkları altında geçen bir ömrün perdeyi kapatışı, aslında çok daha sarsıcı, çok daha kişisel işlenebilirdi. Yine de Lange’ın performansı, filme değer katıyor; izleyiciyi belli anlarda yakalıyor ve en azından karakterin yalnızlığına kısa süreli de olsa ortak olmamıza izin veriyor. Sahne kapanıyor ve Lillian izleyicinin alkışları karşısında son kez eğiliyor.

İdil Hazal ACAR

Daha Fazlasını Göster