"Adalet yok ya, canımı yakar bu sessizlik"
Yazar: Gizem ErtürkYıl 2007… 20 yaşında çiçeği burnunda bir sinema-televizyon öğrencisiyim. Henüz geleceğe umutla baktığımız zamanlar. Üç kuruşluk üniversite harçlığımızla gezip eğlenebildiğimiz günler… Beyoğlu’nda arkadaşlarımızla sabaha kadar eğlenip, yürüyerek eve dönebiliyoruz. Sokaklarda eğleniyor, içiyor, müzik dinliyor, gençliğimizi doyasıya yaşıyoruz. Hayal Kahvesi hala kapanmamış. Haftanın 2-3 gecesi mutlaka uğruyoruz. Acılara yürüyüp korkmadığımız yıllar.
Biz kendimize yettik, kötülükten habersizdik.
Derken sinemalara bir film geliyor. Serdar Akar’ın Barda’sı… Ankara Gaziosmanpaşa'da yaşanmış gerçek bir olaydan esinlenilerek çekilen film, bugüne dek Türkiye’de çekilen en sert filmi olarak sunulmuştu. Tabii koşarak gittik. İzlerken dehşete düştüğümü, ancak böyle bir olay bu denli cesur bir şekilde çekilebildiği için, içimin biraz olsun soğuduğunu hatırlıyorum. O yıllarda kariyerinin zirvesinde olan Nejat İşler ve ona eşlik eden Serdar Orçin, Hakan Boyav, Erdal Beşikçioğlu, Volga Sorgu hepsi harikaydı. İzlediğimizin bir film değil, geleceğimizin yalnızca küçük bir fragmanı olduğunu çok geçmeden anladık.
Adalet mülkün temelidir!
Hande Türkel tarafından 17 yıl sonra çekilen uyarlamanın tanıtımlarını ilk gördüğümde; orijinalinin kötü bir kopyası olacağından, daha da kötüsü boş bir şiddet propagandası yapacağından korkmuştum. Bir annenin gözü önünde kızının boğazının kesilip önüne atıldığı, 8 yaşındaki bir kız çocuğunun ailesi tarafından boğulup öldürüldüğü vahşet coğrafyasının içinde, en ufak bir göndermeye dahi gücüm yoktu. Ancak film; başından sonuna kadar diri tuttuğu gerilimi, inandırıcı performansları ve en önemlisi de cesur finaliyle takdiri hak ediyor. Filmin yönetmeni Hande Türkel, Serdar Akar'dan devraldığı koltuğu başarıyla dolduruyor.
Üç Kız Kardeş dizisinden tanıdığımız Melisa Berberoğlu sinemadaki kariyeri için parlak bir gidişatın sinyallerini veriyor. Özellikle bağımsız sinemada, iyi projelerde ve doğru yönetmenlerle çalışırsa festivallerde de kendisinin isminin sıkça göreceğimizi düşünüyorum. Filmin kötü adamlarından İdris Nebi Taşkan geleceğin Kıvanç Tatlıtuğ’u olur mu bilinmez ama, oyunculuğunu daha geliştirirse zor rollerin aranan isimleri arasına kendisini yazdırabilir.
İyiler kazanır kötülükler kazınır dediler, bize yalan söylediler!
Özetle, 17 yıl sonra tekrarı çekilen Barda köklerine saygı duruşunda bulunurken, ülkenin içinde bulunduğu karanlığı, artan yozlaşmışlığı, adalete olan inancın kalmayışını, kadına bakış açısının aldığı korkunç hali güncelleyerek perdeye yansıtıyor. Haliyle aradan geçen 20 yıla yakın sürede toplum olarak sürüklendiğimiz karanlığı, bir buçuk saat gibi bir sürede izlemeye çalışmak oldukça ağır geliyor. Dolayısıyla kalp, şeker ve tansiyon fırlamaları için önleminizi almanızı tavsiye ederim. Zira ben filmden çıktığımda tansiyonum düşmüş, tüm vücudum kaskatı kesilmişti. Aslında eskiden bu duyguyu severdim, çünkü iyi filmler böyle hissettirir. Ancak izlediğiniz şey film değil, ülkenizin gerçeği olunca paramparça oluyorsunuz.
20 yılda ülke müziğinin rock’tan rap’e evrilmesi perdeye yansıyor…
Ayrıca film toplum olarak müzikal değişimimizin de aynası gibi. İlk filmin soundtrak albümünde şimdiki gençlerin hatırlamayacağı Üç Nokta Bir (Melis Danişmend’in solisti olduğu) ve 2000’lerin başlarının en gözde isimlerinden Özge Fışkın ve hatta Koray Candemir’in şarkılarının yer aldığı rock soundlar, yerini çok rap şarkılara bırakmış. Eskiden her şey güllük gülistanlık mıydı? Elbette değildi. Bu olay 1997 yılında yine bu ülkede, başka bir hükümetin iktidarında gerçekleşti. Hani sosyal medyada geyiğini yaptığımız bir söz var ya; “Çok şükür kötü günleri geride bıraktık, şimdi sırada daha kötü günler var.” diye, tam olarak öyle. Yine de yeni bir yılın arifesinde olduğumuz şu günlerde enseyi karartmak, negatif basmak istemiyorum. Umut her şeye rağmen var. Kadınlar var oldukça da devam edecek. Son olarak “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek umutları 2025’e bırakıyoruz, çünkü dünya yıkılsa da adalet yerini bulmalı…
Gizem Ertürk