Takıntılar’a kapsamlı bir dalış!
Yazar: Banu BozdemirToc Toc kapıya vurulma sesini ifade ediyor ve bir de TOC İspanyolca’da OCD’nin kısaltması. Yani Obsesif Kompulsif Bozukluk. Hepimizin ufak tefek, hayatımızın akışını etkilemeyecek derecede takıntıları vardır diye düşünüyorum, ama bir de bireyin yaşamının olağan akışına müdahale eden, bir fikir ya da davranışa yoğun bir şekilde odaklanması var ki, orada cehennem gibi bir varoluş yaşandığını söylemek mümkün. Anlaşılamamak ve yalnız kalmak onları yaşadıkları sorunun içine iyice gömen bir şey!
Bu konu sinemanın da ilgilendiği alanlardan, ama sanırım hiçbiri Takıntılar kadar kapsamlı bir şekilde ele almadı. Takıntılar, Fransız yazar Laurent Baffie’nin Toc Toc oyunundan, önce 2017 yılında İspanya’da filme uyarlandı, şimdi de Yunus Nihat Özcan’ın özenli çalışmasıyla, ilkini aratmayacak denli keyifli bir film ortaya çıktı. Sadece iki kültürün getirdiği farklılıklar, espri anlayışları filmleri farklılaştırıyor ki bu da çok normal. Çoğunlukla tek mekanda geçmesi dolayısıyla riskli bir yanı olsa da, neredeyse gerçek zamanlı senaryonun gücü, dinamik anlatımı ve oyuncuların başarılı performansıyla keyifli bir seyirlik çıkmış ortaya.
Hatta yerli versiyonda Zafer Algöz’ün hayat verdiği Hikmet karakteri daha cesur, İstiklal’de Tourette sendromunu yaşaya yaşaya ilerliyor. Algöz’ün mimikleri, takıntısını bastırmak için gösterdiği çabalar hem filmin komedi damarını fazlaca tutuyor hem de herkesin ilgisini çeken, hareketlerine ve küfürlü konuşmaya engel olamayan bir karaktere hayat veriyor. Filmin karakterleri hem çok bildik, hem de hepsini bir arada görünce ne kadar çok saplantı varmış diyeceğimiz şekilde farklılaşıyor.
Diğer karakterler; çizgilere basamayan, simetri ve düzen hastası Efe (Bora Akkaş), hayatındaki her şeyi, özellikle de ev içi aletleri defalarca kontrol eden ve batıl inançları nedeniyle (mavi göz, siyah kedi) bir takıntılar yumağı olan Kumru (Özge Özberk), bir hesap makinesi gibi çalışan, hayata hep sayısal kanattan bakan Birol (Sarp Akkaya), hiçbir şeye dokunamadığı için hayatı kendisine olduğu kadar başkalarına zindan eden, temizlik takıntılı Işıl (Seda Bakan) ve ağzından çıkan her sözü tekrarlayan ve bundan inanılmaz rahatsız olan Defne (Ecem Erkek)… Bir de Çiçek Dilligil’in hayat verdiği menopoza girmiş sekreter karakteri var ki onun sorunu da dönemsel! Asansörde sıkışıp kalan klostrofobik bir karakterimiz daha var ama o daha çok fon ve şaşırtmaca amaçlı kullanılmış gibi.
Hepsi ne hikmetse aynı randevu saatinde doktorun ofisinde buluşur ama Orhan Kerim Baykal isimli efsane doktor ortalarda yoktur. Film zaman ilerledikçe doktoru bekleyen altı hastanın gerçek kişiliklerini ortaya çıkarıyor, benzer durumlarından dolayı birbirlerine yardımcı bir bağ oluşuyor aralarında! Filmin bu takıntıları düzeltmek gibi derdi ya da yanıtı yok, aksine bu takıntıların düzelmesinin zaman alacağını gösteriyor. Filmin komedi unsurları fazla ama durumdan istifade bir tavrı yok, karakterleri ezmiyor, küçümsemiyor aksine samimi bir anlatımla onlara sahip çıktığını gösteriyor.
Film herkesin travmalarının arka planına eğilmiyor ama özellikle de Defne’nin yaşadığı baba kaybından ve ölüm korkusundan ötürü bir şeyleri tekrar etme hastalığına yakalandığını açıklıyor, bu da takıntıların bazı travmalarla tetiklenebileceğine dair bir ipucu ortaya koyuyor. Tekrar demişken aslında hepsi abartılı ve tekrar edici hareketlerle devam ediyor, olayları bu. Özellikle Işıl karakteri kendisi dışında dokunduğu her şey için soluğu lavaboda alıyor, sahnelere bir girip çıkıyor, bazı tepkileri abartılı gelebilir ama rahatsız edici değil!
Efe ve Defne arasında tatlı ve mütevazi bir romantizmin filizlenmesi, Kumru’nun ilk başta hasta olduğunu kabul etmemesi bir grup içi dayanışma ve becerikliliği ortaya koyuyor. Biraz abartılı ve tahmin edilebilir bir sona gitse de Takıntılar, başarılı bir uyarlama olmuş, umutlu, ne yaptığını bilen, grup terapisinin rahatlatıcı etkisiyle soruna odaklı keyifli bir seyirlik vaat ediyor!
banubozdemir@gmail.com