Eli yüzü mümkün mertebe toplanmış bir devam filmi…
Yazar: Duygu KocabaylıoğluMalumunuz memleketimizde dijital platform işleri, kaliteli ve seçkinci projelerden sıyrılıp konfeksiyon atölyesi kıvamına geçeli baya bir zaman oldu. Sipariş usulü hayata geçirilen bu işlerde kalite düşüklüğünün baş müsebbibi olarak sıklıkla Netflix yönetimini işaret etsek ve yıllardır sert bir dille eleştirsek de, bir arpa boyu yolu zor kat edeceğimize benziyor.
Bu mevzunun en kanlı canlı örneklerinden biri olarak da karşımıza bu hafta yayına giren devam filmi Sen Büyümeye Bak (2024) çıkıyor. Bol sulugözlü Yeşilçam melodramlarına şapka çıkartan ve inandırıcılıktan uzak akışı ile bolca olumsuz eleştiriye maruz kalan Sen Yaşamaya Bak (2022)’ın devamı olarak kurgulanan Sen Büyümeye Bak, ilk filmin görmezden gelmemizi istediği mantık hatalarını biraz törpülemek ile birlikte, baştan sona tahmin edilebilirliği ve karakterlerinin antipatikliği ile çerçevesini en baştan önümüze koyuyor maalesef.
Sinemaya adım atmadan önce sektörde çektiği reklam filmleri ile adından söz ettiren ve üstelik ilk iki uzun metrajlı filmi Romantik Komedi (2010) ve Bu İşte Bir Yalnızlık Var (2013) ile türe dair umutlarımızı arttıran Ketche’nin yönetmenliğinde hayata geçen filmin senaryosu ise ilk filmde olduğu gibi yine Hakan Bonomo’ya ait. Ketche 2018’de çektiği ve tartışma yaratan biyografik Müslüm filminden sonra bizim açımızdan “submarining” yapan ex-partner gibi. Bir geliyor bir gidiyor, arada sıradan işlere imza atıp sonra “Kızılcık Şerbeti” (a.k.a Kızılcık Şerbo) gibi ortalığı kasıp kavuran projelerle yeniden karşımıza çıkıyor. Sonra da geliyor akıl almaz mantık hataları ile örülü Sen Yaşamaya Bak (2022) gibi bir iş ile, bu filmografiden umutlu olmamızı bekliyor. Devam filmi Sen Büyümeye Bak (2024) bu manada biraz günah çıkarmak, biraz özür mahiyetinde izlenebilir. Ama yine de bu duygusal yolculukta beklentileri çok yüksek tutmamakta fayda var.
Senaryo açısından ise çoğunlukla ana akım televizyon ekranlarına yaptığı işlerle adını duyuran ama seyirciyi Yarım Kalan Aşklar (2020) ve İlk ve Son (2021) gibi esaslı işlerle vurmayı başaran, hatta Aaahh Belinda (2023) ile yeniden çevrimlere bir umut aşıladığını dahi söyleyebileceğimiz Hakan Bonomo, nasıl oluyor da önceki işlerinden sonra çıtayı ortalama seviyelerde tutmayı kendisine reva görüyor; insan bazen gerçekten hayret ediyor sayın seyirci. Yine de duygusal yoğunluğun boca edildiği Sen Büyümeye Bak filmi, öncülüne nazaran bir nebze daha derinlikli, karakter işlenişine daha çok eğinilmiş gibi görünüyor. Yine de sarkan yerler ve eksiklikler halen göze batıyor.
Bonomo'nun bahsi geçen işlerinde gördüğümüz derinlik ve karmaşıklık, bu iki filmde yerini klişeleştirilmiş ve tahmin edilebilir olay örgüsüne bırakıyor. İlk filmdeki hasta anne ve oğluyla olan ilişkisi üzerine inşaa edilen sorunlu dramatik yapı, devam filminde bu sefer başbaşa kalan baba-oğul ilişkisi üzerinden şekilleniyor. Çocuk oyuncu Mert Ege Ak’ın müthiş bir şımarıklık ve inatçılıkla resmettiği Can yine travmadan travmaya sürüklenirken (bu çocuğun ne ergenliğinden ne yetişkinliğinden fayda gelir artık), babası Fırat’ın (Kaan Urgancıoğlu) uzatmalara oynayan yas süreci (ve bu arada kendisini alkole vermesi) filmin ana omurgasını oluşturuyor.
Kayıp travmasına ek olarak birbirlerine alışmaya çalışan ikili, bir zaman makinesi inşaa etme imgesi üzerinden kendilerine alternatif bir gerçeklik yaratıyor ve annenin yani her ikisi açısından arzu nesnesi olan Melisa’nın geri döndürülebileceği ihtimali üzerinden günlerini geçiriyor. Yani yasın kabulleniş evresi ne Fırat ne de Can açısından tamamlanabilmiş değil.
Tam da bu noktada, Melisa’nın kaybından bir sene sonra ikilinin yolları Sezen (Melisa Aslı Pamuk) ile kesişiyor. İş bu ki dışardan burnundan kıl aldırmayan bir tip gibi görünen Sezen de ziyadesiyle travmatik bir ablamız; depresyon sürecinde, işinden uzaklamış bir mimar, hayatında öyle bir şey olmuş ki alkolü bırakmış vs. Bu noktada senaryonun hakkını teslim edelim, bazen attan düşmüşün halinden ancak yine attan düşmüş anlar. Bu yüzden Fırat ile Sezen’in yakınlaşması, aralarındaki duygusal çekim, birbirlerinin hisleri ile empati kurabilme açısından inandırıcı. Biz de seyirciler olarak bu çekime daha kolay inanıyor ve adapte olabiliyoruz. İkinci filmin ilk filmden bariz biçimde farkı bu inandırıcılığı çiftler arasında sağlayabilmiş olması. Ha yine de gerisi sürprizlere pek açık değil ama en azından izlenebilir bir 99 dakika vaat ediyor bu sefer.
Lafı daha fazla uzatmayalım; zira Can’ın gitmemekte direttiği okuluna yamanan ergen zorbalığı alt teması ile zoraki biçimde oluşturulan toplumsal bakış açısı ve bunun dayattığı baba-oğul aidiyet zorlaması, tam filme bir şekilde ısınmışken “Şimdi bu kadarına ne gerek vardı?” sorgulaması yaratıyor seyircide. Bu bölümlerin takdirini de “Alkol bütün kötülüklerin anasıdır” basmakalıp şiarına teslim edip film açısından son sözümüzü söyleyim.
Ez cümle Sen Büyümeye Bak, önceki filmine nazaran olağanüstü bir gelişme kaydetmese de, karakter dinamiklerine ve duygusal derinliğe daha çok odaklanıyor. Işık oyunları açısından ortaya konan görüntü yönetmeliği ve yapım tasarımı gibi teknik unsurlar da dahil olmak üzere bazı açılardan selefinden bir adım öne çıksa da, yine de Ketche’nin ya da Bonomo'nun daha önceki işlerinde gördüğümüz derinlik ve karmaşıklıktan uzak, tahmin edilebilir olay örgüsü ile tam anlamıyla tatmin edici bir deneyim sunamıyor. Sen Büyümeye Bak, en azından ‘seyredilebilir bir iş’ olarak Netflix kataloğundaki yerini Mayıs 2024 itibariyle alıyor.