Akışa bırakılan yaslı hikayeler!
Yazar: Banu BozdemirOzan Yoleri ilk uzun metraj filmi Başlangıçlar’da 20’li yaşlarının ortalarında doktora eğitimi gördüğü Paris’ten arkadaşının ölümü üzerine İstanbul’a dönen Defne’nin bocalama sürecini anlatıyor. Yönetmenin kısa filmi Aylin’de benzer şekilde bir kararsızlık aşamasında sürüklenen Aylin’i anlatıyordu. Filmin başrol oyuncusu Ahsen Eroğlu iki filmin sıçramasına uygun bir şekilde karakterin ruhuna oturmayı başarıyor!
Ahsen’in bu kayıp olmasa Paris’te yaşamına ve kariyerine yön verme konusunda net olduğunu İstanbul’da yaşadığı sürüklenme sürecinden anlıyoruz; bir şekilde anne evini reddediyor, Hazal Şubaşı’nın canlandırdığı yakın arkadaşının evinde kalmayı tercih etse de orada da işler yolunda gitmiyor. Ait olduğu yer, varoluş sancıları içinde kendisine dar gelirken, nereye gideceği, ne yapacağı konusundaki savuruluşuna seyirciyi de ortak ediyor, bu savruluşu iyi kotardığını düşünüyorum yönetmenin! Burada yurt dışına göç eden genç beyin konusuna hiç girmiyorum, Defne’nin özel bir nedenle dönmesi konusu da tartışmaya açık, orada kalıp yas sürecini çok farklı tamamlayabilirdi, ülkeye dönmesi yas süreciyle birlikte başka yükümlülükler de yüklüyor omuzlarına, hatta yas duygusu geri planda bile kalıyor!
Savrulma kelimesini ne kadar çok kullansak o kadar doğru, bir yandan iş arama koşturmacalarının sonucunda zorlu bir restore işiyle karşı karşıya kalması onun kendi yaşamına, düşüncelerine karşı girişmesi gereken bir restoreyi de işaret ediyor. Senaryonun takdir ettiğim yanlarından biri karakteri bir köşede eli kolu bağlı, çapsız ve amaçsız bir biçimde bırakmaması, ona bir çıkış yolu, bir yüzleşme ortamı yaratmaya çalışma hali oluyor! Gerçi iş ortamında sürekli bir çatışma, memnuniyetsizlik yaşasa da, yaptığı işin hakkını verecek kadar disiplinli bir akışa kendisini kaptırıyor. Restore edeceği tablonun kendi yaşadığı sürece denk düşen yanlarının olmasının tesadüfi olmasa da sembolik anlam oluşturduğu aşikar.
Filmde geçen Kayıp İkizler tablosu Osmanlı’nın geçiş dönemine denk düşen, bir genç kızın hem Osmanlı öncesi hem de sonrasındaki farklı hallerini gösteren tablolar. Tablonun ilki kayıp, ikincisi de ağır hasarlı. Kayıp tablo Defne’nin kayıp geçmişine denk düşerken, restore edeceği tablo ise geleceğine ışık tutan bir algıyı, onarması gereken bir geleceği işaret ediyor. Ama buna etrafındakilerin tavrı da etki edecek kıvamda. Film de bu kaybı saklar halde, Defne’ye yeni güçler aşılama derdinde! Seyirciyi ana değil de anların akışına odaklıyor, o yüzden Defne’nin tekrarlı hallerine sıkça rastlıyoruz filmde, özellikle de sigara içip dumanını savurduğu hallere! Film her ne kadar Defne’yi zaman zaman yükseltip, içinde bulunduğu duruma karşı bir isyan perdesi açsa da dingin ve hafif havasını sürdürüyor. Bu durum seyirciyle girişilen oyun anlamında riskli bir anlatım barındırsa da Defne’nin seviyesini koruyor!
Defne’nin hikayesi baba yerine daha çok dedesiyle olan ilişkisi üzerinden de yürüyor, çok özel bir ilişki yaşayan dede - torunun hikayesinin bitişi de geçmişe dönük bir video kaydıyla veriliyor, film zaten geçmişin bazı yanlarına eski fotoğraflar, mektup ve video kayıtlarla sahip çıkıyor. Film aslında dedenin kaybına karşı da ketum bir tavır içerisinde, ona da yaşamın içerisinden karelerle ses olmaya çalışıyor. Defne’yi anne ve anneannesiyle yazlık evde tatil yaparken görünce anlıyoruz dedenin öldüğünü. Defne’nin arkadaşının ölümünün üzeri de kapalı. Arkadaşının ölümüyle kararsız kalan Defne, bu kez daha kararlı çıkıyor ve yüzünü bir kez daha batıya dönüyor.
Filmin kendine has özelliği ve bilinenin aksine davranan yanı yaşanan ağır konuları çok da kovalamamasında yatıyor. O da yüzden bazı anlar yansıyor, odak şaşıyor ama yine de yönetmenin bu riskli anlatım da özgün ve başarılı olduğunu söylemek mümkün. Ahsen Eroğlu gerçekten de iyi, gerçi kendisi uçarı karakterlere daha uygun ama burada da tempoyu yakalamış, dedeye hayat veren Osman İskender ve anne Zeynep Dinsel de gayet iyi. Gençlikten yetişkinliğe geçiş hikayeleri olduğu kadar şehirli kadının savruluşları da, özellikle bu kadar olağan akışa teslim edilmiş hikayelerde, pek ilgi çekici durmasa da Yoleri zorlu bir anlatımın üstesinden gelmeyi başarıp, Defne’nin fırça darbelerine bizi ortak etmeyi başarıyor!
banubozdemir@gmail.com