Senaryosunu, James M. Cain'in aynı isimli romanından (1934) ikinci kez uyarlayarak David Mamet'in yazdığı “The Postman Always Rings Twice”, yönetmen koltuğunda Bob Rafelson'un oturduğu "neo - noir" tarzda kurgulanmış erotik bir gerilim olarak çıkıyor karşımıza...
Bilindiği üzere Cain'in romanının ilk sinema uyarlaması bir "noir" olarak 1946 yılında Tay Garnett tarafından çekilirken, baş rollerinde de Lana Turner ile John Garfield oynamışlardı...
Gelin isterseniz vakti zamanında gencecik bir üniversite öğrencisi olarak sinema salonunda izlediğimiz ve Jessica Lange'in sevişme sahnelerindeki cüretkar tavırları yüzünden oldukça büyük bir sansasyona yol açmış olan filmimize biraz daha yakından bakalım...
Oto stop çekerek Los Angeles'a gitmeye çalışan ve cebinde beş meteliği bulunmayan aylak Frank Chambers (Jack Nicholson), kahvaltı yapmak üzere soluğu Kaliforniya kırsalındaki, genç Cora Papadakis (Jessica Lange) ile Yunan göçmeni yaşlı kocası Nick Papadakis'in (John Colicos) işlettikleri, yol kenarındaki küçük restoranlarında alır...
Olmayan cüzdanını çaldırdığını iddia eden Frank, yediklerinin parasını ödeyemeyeceğini söyleyince cömertliği elden bırakmayan Nick ona, yanlarında makina tamircisi olarak çalışmasını teklif eder...
Önce, "Los Angeles'te de arkadaşım var ve eğer orada iş bulamazsam gelir çalışırım" diyerek biraz nazlansa da Frank, hem eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan daha iyidir biçiminde düşündüğü ve hem de Cora'yı gözüne kestirdiği için kabul eder bu teklifi...
Yaptığı ilk şey de Frank'in zaten, kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi doğrudan Cora'ya yeşillenmek olur...
Hani, içince çenesi iyice düşen ve herkesi küçümseyen kocasından bıkmış usanmış olan Cora'da buna neredeyse hazır gibidir...
Yeter ki, biraz daha kıvama getirilsin ve koşullar oluşturulsun...
Ve Nick'in alış veriş için şehire indiği ve Frank'in de restoranın kapısını kilitlediği bir gün, filme damgasını vurmuş olan sevişme sahnesi ile Cora ve Frank'in ilişkileri başlar...
Ardından da yine Nick'in şehre indiği ertesi gün çifte kumrular, birlikte kaçarak Chicago'ya gitme kararı alırlar...
Ancak otobüs terminalinde Frank'in kumara dalması neticesinde bu iş yatar ve gerisin geriye kürkçü dükkanına dönülmek zorunda kalınılır...
Restoranın önüne, "Twin Oaks Tavern" yazılı neon ışıklı tabelanın asıldığı yağmurlu bir günde Cora, Frank'in aklına Nick'in ortadan kaldırılması fikrini sokar...
Ki bu, yukarıda sözünü ettiğimiz şu "neo - noir"ın, tam da bas bas bağırdığı en önemli anlardan biridir filmde...
Fakat ilk girişimleri, her ne kadar Nick başından yaralanarak hastaneye kaldırılsa da, sigorta panosuna giren kedi yüzünden elektriklerin kesilmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır...
Şimdi Cora ile Frank'in tek temennileri, Nick'in kendine geldiğinde olaya dair bir şeyleri anımsayarak kendilerini suçlamamasıdır...
Yoksa her ikisi de cinayete teşebbüsten kodesi boylayacaklardır...
Neyse...
Başına gelenlerden bihaber olan Nick, hastaneden taburcu edilir ve üstelik, Rum tavernasına dönüştürülmüş olan restoranın da coşkulu bir kutlama da yapılır...
Yalnız Cora'nın Frank'e, ilişkilerinin bittiğini söylemesi, Frank'in asabını fena halde bozmuş olup, tam da Cora'yı terk etmeye hazırlanırken, Cora Frank'i kalmaya ikna eder...
Böylelikle de Nick'i öldürmeyi bir kez daha denemenin sırası gelmiştir artık filmde...
Dakika 60...
Geride, "Su testisi, su yolunda kırılır" dedirten şok bir finale de sahip olan filmde, her bir saniyesi ilgiyle izlenen bir 61 dakika daha bekliyor sizleri...
1982 yılında İstanbul'da, "En İyi Yabancı Film" kategorisindeki SİYAD ödülünü de kazanmış olan bu sinema klasiğini, fırsat bulup da bugüne kadar izlememiş olanlara, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan hararetle öneriyoruz...
nasıl beğendiğinizi anlamıyorum bu filmi. filmde oyunculuk ve senaryo çok zayıf ve film gereğinden fazla uzun geldi bana bitmesi için resmen dakikaları saydım. konuyuda iyi işlediğine inanmıyorum yönetmenin. 10/3
Çok harika bir film, senaryo gereğinden fazla olsa bile yüksek performanslı oyunculuklar arayı kapatıyor. Ortaya zevkle beğeniyle izlenen harika bir film çıkıyor. Mutlaka izlenmeli..
1946 versiyonunu izledim,oldukça kaliteliydi.iç içe geçen olaylar ve ilişkiler filmden kopmamanızı sağlıyor.özet olarak sonlara doğru geçen herşey olacağına varır sözünü sunabiliriz sanırım.bu önemli klasiği izleme şansı bulursanız kaçırmayın derim.
aslında finale kadar ismin bayağı olduğunu düşünürken, finalle son darbeyi vurması filmi kült statüsüne fazlasıyla eriştirdi..çekirge 1 kere sıçrar 2 kere sıçrarın başarılı bir anlatımı kısaca..
Oyunculuklar hakkında zaten söylenen söylenmiş....mutfak sahnesi de işin kaymağı :)
tv8 sağolsun..arada bu filmide izlemiş olduk..daha önceden bende bu filmi televizyonda görmemiştim..yada televizyonda verilip verilmediğini bilmiyordum ama nedense tv.de izlediğimiz zaman bir sürü yerini zart orasını zart burasını kesiyorlar..izleyenlerde şamar oğlanına dönüyor....aslında bana kalırsa film çokta büyültelecek bir film değil ..ama hangi nedenle değil konusu vede gidişatının monotonluğu itibarıyle..bunun dışında ise oyunculuklar yada daha doğrusu ''Jack Nicholson'' vede ''Jessica Lange''süperler...yani gerçektende gerçek hayattada tutkulu bir aşk yaşamışlarda,bunuda kameraya almışlar gibi bir anlatımı vardı filmin...gayet profesyonel..seyretmediğinizde belki üzülmezsiniz ama seyrettiğinizdede iyiki seyrettim dersiniz...
Mükemmel derece kötü diyen arkadaşın sinema bilgisinden şüphe ediyorum.Bu kadarda haksızlık edilmez ki yahu bir filme.Film gerek oyunculuklar,gerek atmosferi,gerekte konuyu işleyiş tarzı ile çok başarılıydı.
bu kapı çalmak değil yumruklamak oluyor. aşk kolay kolay hiçbir film de bu kadar kendisi olamamışdı. yani o kadar doğrudan o kadar legal ki her şey. nicholson çok iyisin usta.
bence gayet iyi bir filmdi.ben televizyonda izlemiştim.yanlış hatırlamıyorsam tv8 de.senaryosu ve oyunculuğu çok iyiydi filmin.zaten işin içinde jack nicholson var işin içinde.mutlaka izleyin demiyorum ama izleyin yani...
mükemmel derecede kötü bi film. hep bişelerin olmasını bekliyorsunuz bu filmden ama beklentileriniz boşa çıkıyor.beğenenlere saygı duyarım ama ben hiç beğenmedim.
film şu an izlense dahi insanda iz bırakabilecek bir yapıya sahip. yani tüm zamanlara hitap edebilir, ama mutfaktaki senaryo o dönemde unutulacak gibi değildi herhalde
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.