Kehanet
Yazar: Oktay Ege KozakŞuna benzer bir hikaye hiç başınıza geldi mi? Bir kaç sene önce bir arkadaşın partisinde gayet güzel ve ilgi çekici bir kızla muhabbet ediyordum. O zamanlarda halen bekar olduğum için muhabbeti olabildiğince uzun tutmaya çalıştığımı itiraf etmeliyim. Konu sudan havadan, hayatın anlamına döndü. Yaşamımızdaki olayların kaos teorisi misali şans eseri mi, yoksa önceden planlanmış bir sürü olayın yaşamımızı kontrol ettiği bir çeşit "kader"mi olduğuna dair gayet kapsamlı ve düşündürücü bir tartışma başladı.
Fakat ne yazık ki tartışmanın ortasında tek bir uyarı olmadan İncil ortaya çıktı ve sonradan gayet dindar bir Yeniden Doğma Hristiyan olduğunu öğrendiğim kız bana uzun uzun hayatın cevaplarının İncil'de bulunduğunu ve kıyamet geldiğinde İsa'ya inanmayanların kızıl kömür misali yanacak Dünya'da geride kalacağını ikna etmeye çalıştı. Uzun lafın kısası, kızın bitmek bilmeyen vaazından kibarca kendimi kurtarabilmem yaklaşık bir saatimi aldı. Kehanet'i izlemek işte buna benzer bir deneyim.
Kehanet, aynı oranda bayıldığım ve nefret ettiğim bir film. Yönetmen Alex Proyas, bilim kurgu sinemasının en iyi beş örneğinden biri Gizemli Şehir'e imza atmış. O filmin vizyona girdiği doksanların sonunda Proyas'ın Kubrick'in ve Spielberg'in yerini alacağına inanıyordum. 2004 yılının içler acısı "Asimov uyarlaması" Ben Robot, bu ümitlerimi yerin dibine geçirdi. Kehanet'i izledikten sonra Karanlık Şehir'in başarısının artık şans eseri olduğuna inanıyorum. Kim bilir, belki de bu durum kaos teorisini kanıtlıyordur. Kehanet gibi bir filme imza atan Proyas'ın kendi kariyerinin kaos teorisi sayesinde oluşmasına "ironik" desem yetmez.
Hikaye aslında gayet Alacakaranlık Kuşağı'msı bir gizem ile başlıyor. Bir ilkokulun öğrencileri, elli yıl öncesinin öğrencileri tarafından bir zaman kapsülüne konmuş resimleri alır. Hazin bir kazada ölen eşine halen yas tutan MIT profesörü John Koestler'in (Nicholas Cage) oğlu Caleb (Chandler Canterbury), üzerinde sadece bir seri numara bulunan bir kağıt alır zaman kapsülünden. İlk başta bu ilginç belgeyi umursamayan John, daha yakından bakınca numaraların geçen elli yılda oluşan felaketlerin tarihlerini, mekanlarını ve kurban sayılarını verdiğinin farkına varır.
Kehanet, salona analitik gözlerle girecek seyircide başağrısı yaratacak bir gerilim. Felaketler sonrası oluşan kurban sayısını numarası numarasına tahmin ediyor bu belge. Fakat biliyoruz ki özellikle yüzlerce, binlerce kişinin öldüğü felaketlerde gerçek ölüm sayısı ile bildirilen ölüm sayısı arasında her zaman bir fark vardır. Öyleyse bu belge gerçek ölüm sayısını mı, yoksa otoriteler tarafından bildirilen ölüm sayısını mı belirtiyor? Eğer John bir felaketin kurban sayısını öğrenmek için bir kanaldan diğerine atlarken farklı numaralarla karşılaşırsa ne olacak? Ayrıca Caleb'i takip eden Yabancılar, neden sonradan öğrendiğimiz planı hemen yerine getirmiyor?
Bütün bu mantık problemlerine rağmen yönetmen Proyas, gayet sıkı bir gerilim yaratıyor aslında. Eğer filmin bazı hikaye problemlerini görmezden gelirseniz filmin ilk yarısı son bir kaç sene içinde gördüğüm en ilgi çekici ve gerçek anlamda gerici gerilimlerden biri. Proyas'ın yarattığı durmak bilmeyen tempo ve Marco Beltrami'nin keskin ve hararetli müziği senaryonun eksikliklerini ört bas etmeyi başarıyor.
Fakat asıl problem tabii ilk yarıdan sonra başlıyor. İşte bu noktada hayatın anlamı, şans ve kader üzerine oluşan ilgi çekici bir diyaloğun ortasında birden İncil ortaya çıkıyor ve tartışmanın aslında ne kadar tek taraflı olduğunun farkına varıyoruz.
Bu noktada Hristiyan inancına veya her hangi diğer organize dine taş atmak amacım değil. Film her ne kadar bariz olarak Hristiyan mitolojisine göndermelerde bulunsa da, tıpatıp veya benzer inançlar hemen her büyük dinde mevcut. Asıl problem, Kehanet'in baştan amaçlarını beyan etmeyip gayet sürükleyici bir gerilim oluştururken birden tek taraflı bir vaaza dönüşmesi. Tabii ki bu konuda stüdyonun pazarlama stratejisini suçlamak zor. Sonuçta filmin fragmanlarında son yarısındaki bazı detayları göstermek, hikayenin bazı sürprizlerini bozacaktır. Fakat filmin gerçek amacını biraz da olsun gösteren bir pazarlama paketi yerinde olabilirdi.
Narnia Günlükleri benzer Hristiyan inançlarını nasıl fantazi türünün arkasında saklıyorsa, Kehanet aynı numarayı bilim-kurgu türü ile yapıyor. Bazı seyirci Narnia Günlükleri'ne bakıp konuşan bir aslanın kötü buz cadısına olan savaşını anlatan masum bir fantezi olarak bakar, diğer seyirci ise Hz. İsa'nın hikayesini önüne serpilmiş bulur. İşte Narnia hakkında bu ikinci teoriye inandığım için Kehanet'in sonu hakkında da o kadar da tartışmaya açık değilim. Fakat son karar size kalmış.