Bond, Vahşi Bond
Yazar: Ayşegül KesirliDaniel Craig'den James Bond olur mu olmaz mı sorusu, Casino Royale'in çekimlerine başlandığı günden itibaren, hemen hemen tüm seyirci kitlesinin aklını kurcalamaktaydı. Büyük bir çoğunluğun vardığı genel kanı ise Craig'ten karaktere hakkını veren bir James Bond çıkmayacağına yönelikti. Böylelikle Casino Royale, daha izleyici karşısına çıkmadan önce kendisinden ortalama bir performans beklenen, ümitsiz vaka haline gelmiş bir filme dönüştü nedense. Bana kalırsa ortaya çıkan film, bu tarz bir beklenti içindeki izleyicileri büyük bir şokla sarsacak. Çünkü gösterdiği performans ortalamanın hayli üzerinde. Bu başarının büyük bir kısmını da Daniel Craig'e borçlu.
Daniel Craig'in, James Bond karakterini canlandırmış diğer aktörlerin çağrıştırdığı İngiliz beyefendisi kimliğini altüst ettiği bir gerçek. Yüz hatlarının keskinliği ve sokak kavgalarında şekillenmiş hissi veren vücudu bizlere kibar olmanın tersine tam manasıyla tuttuğunu koparan, yontulmamış, kaba bir erkekle karşı karşıya olduğumuzu hissettiriyor. Bu nedenle de kendisini, üstü başı kirlenmeksizin düşmanlarını alt eden kibar bir James Bond karakteri ile birleştirememekte haklı sayılırız. Fakat Craig'in hayat verdiği James Bond da, nerede nasıl davranacağını bilemeyen, terfi ettirildiği mertebeye sağlam oturamayan bir karakter.
Daniel Craig, bu karakteri canlandırmakta son derece başarılı. Üstelik kendisini James Bond'luğa yakıştıramayan izleyici kitlesine de zaten amacının bir anda ortaya smokinini kuşanmış, martinisini yudumlayan bir James Bond olarak değil, karakterinin kişisel gelişimine eşit paralellikte Bond olmayı öğrenen bir oyuncu olarak çıktığını da başarıyla göstermekte. Bu amacını da, hikayenin içine yerleştirilen küçük ama çarpıcı bir takım anekdotlarla desteklemekte. Filmdeki bu anekdotlar, öykünün içine klasik Bond filmlerine gönderme niteliği taşıyan umulmadık espriler yerleştirilmesini sağlamış. Öykü yeni yetme Bond'un yaptığı akılsızlıklarla süslendikçe de, iyice gülünç bir atmosfere kavuşmuş.
İşin içine tehlike girdiğinde ise Bond'un yaptığı bilinçsiz hatalar gülünç olmaktan çıkıyor. Dalga geçmeyi bırakıp, istemsizce Bond'un başına geleceklerden onu koruma içgüdüsünü barınıyorsunuz. Bu akıllıca tasarlanmış aşamalı kurgu sayesinde Bond'a karşı doğan sempati, devamında Daniel Craig'e karşı sempatiyi getiriyor. Daniel Craig'e James Bond'luğu yakıştıramama konusu da böylece ortadan kalkıyor.
Bu muzip tarafı bir yana, Casino Royal, belki de daha önceki Bond filmlerinde hiç karşılaşmadığımız derecede vahşi. Filmin, insanlık nedir unuttuğu yönünde yorumlanabilecek olan bu vahşilik, kanımca Bond'u tüm dünyaya karşı tek başına savaşan bir süper kahraman olmaktan çıkarıp, insancıllaştırmış. Ayrıca Bond'un mesleğini icra ederken birçok adam öldürdüğü, birçok yıkıma ve vahşete sebep olduğu da, ellerine ve üzerine kan bulaştığını özellikle vurgulayan sahnelerle izleyiciye hatırlatılmış.
Daniel Craig'in dövüş sahnelerinde gösterdiği içten performans da filmdeki şiddeti canlı kılan en büyük etken. Sahnelerin gerçekçiliği James Bond'un öfkesini hissettirecek kadar sarsıcı. Bu durumun olumlu veya olumsuz olarak algılamak kişiye göre değişen bir tercih meselesi olsa da, filmin aksiyon ve heyecan düzeyini tavana çıkardığı ortada.
Hızla değişen mekanlar, gözümüzün takip etmekte zorlanacağı derecede süratli kamera hareketleri de filmin temposunu sürekli ayakta tutuyor. James Bond ve Vesper Lynd arasında alevlenen aşkı perçinlemek için gösterilen sahnelere dek filmin temposu hiç düşmüyor. Yönetmen, bahsi geçen aşk sahnelerini büyük bir ihtimalle alevlenen aşkın bir Bond filminde yer almasının anlamsızlığını vurgulamak istediği için uzatıp, akıl almaz klişelerle süslemekte. Böylece bu aşkın filme olan aidiyetsizliğinin iyice göze batmasını istiyor. Lakin bu vurgunun filmin temposunu yavaşlatmaktan öteye gidip, bizlere fark etmediğimiz bir şey anlattığı söylenemez.
Büyük araştırmalar sonunda seçilen Bond kızları Eva Green ve Catherina Murino'nun filme yakışıp yakışmadığı konusu da, beraberinde Daniel Craig'in James Bond'luğa nasıl yakıştığına benzer bir tartışma getiriyor. Catherina Murino'nun, fiziği ve hikayenin içindeki işleviyle tam anlamıyla bir Bond kızı olduğu söylenebilir. Fakat filmde yer alma süresinin kısalığı bizlere esas kadın karakterin Eva Green'in canlandırdığı Vesper Lynd olduğunu işaret ediyor. Klasik bir Bond kızının kalıplarına oturmayan Vesper Lynd de, Bond'un acemilik dönemini başarıyla temsil eden ve hikayenin içine Catherina Murino'nun canlandırdığı Solange'den daha iyi yerleşen bir karakter. Eva Green'in performansı da bu oturaklı kurulumun gerçekleşmesinde güçlü bir etken.
Casino Royale sayesinde yeni dönem James Bond filmlerinin önünün açıldığı, yönetmenin ve baş karakter Daniel Craig'in Bond'a getirdiği farklı yorumlarla anlatılan hikayenin daha da güçlendiği söylenebilir. Aksiyonu ile sürükleyicilik kazanan, espirileri ile güldüren Casino Royale, ön yargılarımızı bir kenara bırakıp izlediğimizde oldukça keyif alabileceğimiz eğlenceli bir film.