Hesabım
    Venedik Taciri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Venedik Taciri

    Shakespeare’i Özgürleştirmek

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    William Shakespeare ismi, bana hep tutuculuğu çağrıştırıyor son zamanlarda. Bu hissiyat tabi ki yazarın ne eserlerinde anlattığı mitik hikayelerden, ne şahane kullandığı ana dilinden, ne de edebiyat dünyasına kazandırdığı ölümsüz karakterlerden kaynaklanıyor. Shakespeare ismi dönemi için ne kadar devrimci bir anlam ifade ediyorsa da, günümüzde de zaman zaman kendi dilinin, kendi döneminin ve dünyasının içine hapsediliyor bana göre. Yorumlanamaz, dokunulamaz, değiştirilemez kelimeleri ile beraber kazınıyor zihinlerimize. Ya da en azından benim kendi zihnime. Çünkü özellikle oyunlarının sinema versiyonlarında her kim çıkar da hikayeyi kendine has bir biçimle yansıtırsa, ilk başta büyük tepki topluyor.

    Günümüzden 400 yıl kadar önce söylenen ve hala geçerliliğini koruyan Shakespeare'in sözlerini yakın gelecekte yaşananların ışığında daralıp, genişleten kişi daha sonra takdir edilse dahi önceleri yadırganmaktan paçasını kurtaramıyor.

    Bu yadırgama hallerinde, zaten senelerdir okunan, tiyatrolarda defalarca oynanan eserler, birebir beyazperdeye uyarlandığında nasıl bir tat verir ki diye soruyorum kendi kendime. Tiyatro oyunları, sabit bir koltukta oturularak, hep aynı görme açısından izlenirken sinema bambaşka bir seyretme deneyimi sunuyor bizlere. Aynı sahnenin 360 derece etrafında dolaşma ve onu başka başka bakış açılarından izleme imkanı tanıyor. Ve bu biçimsel özelliğini kullanarak Shakespeare'in eserlerine yepyeni yorumlar katabiliyor kanımca.

    n yıllarda ciddi bir beyazperde uyarlamasına rastlamadığımız Venedik Taciri, iyi bilinen bir Shakespeare komedisi. Karşısına çıkan engelleri bir bir aşarak sevdiği kadınla evlenmeyi umut eden Bassanio'nun hikayesi, gerek evlenme ritüelini konu edinişi, gerek mutlu sona erişiyle, yazıldığı dönemde bir Shakespeare komedisinde bulunması gereken en belirgin özelliklere sahip. Yüzyıllar sonra bakıldığında ise, oyunda gözümüze çarpan en bariz nokta; Bassanio'nun karşısına çıkan Yahudi Shylock engelinin tasvir edilişiyle ırk ayrımcılığının açık bir örneğine dönüştüğü ve bu haliyle bir komedi öğesinden çok rahatsız edici bir drama unsuru olduğu.

    Michael Radford yönetmenliğindeki Venedik Taciri de, hikayenin bu özelliğinin altını şiddetle çizerek, eseri neşeli bir komediden, küçük esprilerle süslenmiş kuvvetli bir trajediye çeviren bir film. Sinemanın bütün biçimsel olanaklarını kullanarak, hikayenin gidişatındaki belirli bir noktayı daha yüzeye çıkaran ve yakın geçmişimize ışık tutan bir yapısı var. Böylelikle yukarıda bahsettiğimiz tutucu yaklaşımdan da uzaklaşan film, Shakespeare'in dizelerine ve dönemine birebir sadık kalınarak da güncel göndermeler yapılabileceğinin başarılı örneklerinden.

    Bir soykırım hikayesi gibi başlayan Venedik Taciri, ilerleyen dakikalarda her ne kadar Bassanio'nun başından geçenleri konu ediniyor gibi görünse de aslında soykırım fikrinden uzaklaşmıyor. Çünkü en başında vurgulanan bu olay öylesine büyük ki gözümüzün önünde başka başka hadiseler yaşansa da aklımız bir yanıyla hep sinema dilinde söylenen o büyük cümlede kalıyor. Zaten vurgulamak istediği konunun ciddiyetinin farkında olan yönetmen Michael Radford da, bu soykırım fikrinden fazlaca uzaklaşmıyor. Bizleri başka karakterlerin hayatlarına konuk etse de arayı fazla açmadan dönüp dolaşıp Shylock'un başından geçenlere odaklanıyor.

    Filmde en fazla konuşan, yeri geldiğinde bütün karakterlerinin sözlerini neredeyse ağızlarına tıkan Shylock bir anda baş karakter halini alıyor. Bu karakterin böylesine fazla altının çizilmesini sağlayan, filmin orijinalinden farklı bir bakış açısıyla izleyenlere sunulmasına neden olan en önemli öğe ise kesinlikle karakteri canlandıran Al Pacino'nun varlığı. Yaşının ağırlığı, olgunluğu yüz çizgilerine yansıyan, bütün ihtişamıyla karaktere kendini tamamen veren Al Pacino, karşımızda bir aktör olarak durduğunu hepten unutturuyor.

    "Kötü adam" olarak kodlanan Shylock karakteri intikam tutkusuyla yanıp tutuşsa, etrafındakilere kötülük saçmak istese dahi haklı bulunuyor. Ve seyreden ne hissetmesi gerektiğini bilemiyor. Sadece garip bir heyecana kapılıyor. Koltuğunda rahat edemez oluyor. Jeremy Irons ve Joseph Fiennes da başarılı performanslarıyla Al Pacino'ya eşlik etseler de, seyredeni böylesi bir duygusal dengesizliğe sürükleyen esas kişi Al Pacino'nun ta kendisi oluyor.

    Film için, özünde her ne kadar bir soykırım hikayesi desek de, aslında tarafsızlığını da pek fazla kaybetmeyen bir kurulumu var. Her karaktere kendini savunma şansı tanıyor, herkesin yaptığı hareketlere geçerli bir neden buluyor Venedik Taciri. Farklı yaşam tarzlarına, farklı inançlara sahip bu karakterleri bir noktada toparlanabilmesi, din kurumunun tekinsizliğini bütün çıplaklığı ile ortaya serebiliyor olmasına bağlanıyor.

    Ölümüne neden olma pahasına düşmanının vücudundan bir et parçası koparmaya heveslenen bir Yahudi'nin bu isteğine karşı çıkamayan Hıristiyan yasaları, olağanüstü güzel bir sahnede olabildiğine tedirgin edici bir sunumla karşı karşıya getiriliyor. Rönesans tablolarını hatırlatan sahne düzenleri, çarpıcı renkleriyle bilindik bir hikayeyi, kendine has yorumlarla son derece ilginç bir hale getiren Venedik Taciri zevkle izlenebilecek bir yapım.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top