O Kadar Kiloya Değer mi?
Yazar: Murat Emir Erenİlk olarak Christian Bale'in sonradan sinema efsaneleri arasına geçecek fedakarlığıyla aklımıza düşen Makinist, izlendikten sonra da akılda pek sevgili Amerikan Sapığı'mızın çiroz halinden başka bir şey bırakmıyor. Oyuncuların kimi zaman rolleri için geçirdiği fiziksel deformasyon, filmin gücüne güç katan bir etken olmakla beraber, film tek başına pazarlayabilen de bir unsur olup çıkıyor. Gelgelelim, Robert De Niro, Raging Bull için 40 kilo aldığında oynadığı filmin bir Martin Scorsese başyapıtı olduğunu bilir, buna göre hareket eder. Marlon Brando, Baba'da karizmasına karızma katan düşük çenesini yaratırken rol aldığı filmin tanrısal bir film olduğunun farkındadır.
Daha yakın bir örnek olarak Tom Hanks Yeni Hayat'deki rolü için 20 kilo verdiğinde kamera arkasında Robert Zemeckis'in yer alması başlı başına bir hadisedir. Haliyle yer aldıkları filmler, kendi fiziksel deformasyonlarıyla anılsa da, aynı zamanda iyi filmlerdir. Büyük filmlerdir.
Makinist'e baktığımızda, iyi bir fikir, hatta iyi olmaktan ziyade sadece ilginç olan bir fikir ve gelişmemiş, sedece "uzatılmış" bir senaryo görebiliyoruz sadece. Ana karakterimiz nam-ı diğer Trevor'un neden bu duruma düştüğü konusundaki merakımızı tatmin etmek ve senaryonun kendi kendine kurduğu yap bozu kendi kendine çözüp, bizi yok yere meraklandırmak haricinde filmin başarabildiği yeni bir mesele görünmüyor.
Zira Trevor, sürekli birbirine benzeyen mekanlar, insanlar ve varolmayan yüzler görüyor. Ancak bu bir rutin içinde gerçekleştiğinden aslında hikayenin akışında bir önem arzetmiyor. Haliyle bir yerden sonra Trevor'ın gördüğü vizyonlar gereksiz, lüzumsuz ve hatta can sıkıcı boyutlara varabiliyor. Bunun sebebi de, filmde bu karakterlerin bir iki ufak yan gelişme haricinde en ufak ilerlemeye, ya da gerilemeye yol açmaması.
Trevor bunların çoğunu hayal mi ediyor yoksa bunlar gerçek karakterler mi diye sormadığımız gibi, tez elden film kendini ele verdiği için, film can sıkıcı boyutlara ulaşan bir tempoya varıyor. Araya giren gerçekten manasız yan karakterler ve yan olaylara hiç girmiyorum. Ancak merak ettiğimiz ve hikayenin ilerleyişinde, doğal akışında önem arzeden bazı noktalar var. Ki bunlar, 15 dakikada anlatılabilecek, detaylandırıldığında taş çatlasa 50 dakika sürecek bir filmle bize aktarılabilecekken, kocaman bir film haline gelmiş olması, filmin asıl sıkıntısı.
Brad Anderson ve bence iyi prodüksiyonlar yaparken, her zaman senaryoyu es geçen İspanyol'ların Makinist'te kısmen de olsa çuvalladığı aşikar. Ama filmin neresinden tutsanız elinizde kalan bir hayal kırıklığı olduğunu söylemek zor. Zira gereksiz yere uzun olan süresini en azından 100 dakikanın çok üzerine çıkarmıyor (ki bana kalsa bu filmin oluru 45 dakika). Görüntü yönetimi temiz, müzik lüzumsuz gerilim yaratmakta çok başarılı ve C. Bale inanılmaz oynuyor.
Buna rağmen, filmin doğru kurulan tek olay örgüsü olan ana karater Trevor'un trajedisi, finalda düzgün bir biçimde izleyiciye geçiyor. Yere yayılan oyuncaklardan en azından en büyükleri ve en önemlileri yerini buluyor. Bize de bir daha görmenin kısmet olmayacağı türden özverili bir performans (C. Bale) ve yine yan rollerde harcanan arzu nesnesi kılığında perdede arz-ı endam eyleyen Jennifer Jason Leigh'i görmenin verdiği haz kar kalıyor.