Mel Gibson’a Göre <b>Çile</b>
Yazar: Anıl ErginMel Gibson'ın yönetmenliğini yaptığı üçüncü filmi The Passion uzun süreden beri merakla bekleniyordu. Yüzü Olmayan Adam ve Cesur Yürek ile yönetmenlik alanında yetenekli olduğunu ispatlayan Gibson'ın bu son projesi Türkçeye Tutku: İsa'nın Çilesi adıyla çevrilmiş. Yapım aşamasında meydana gelen rahatsızlıklar filmin gösterime girmesinden sonra bir çok farklı tepkiye dönüşünce, haliyle olayları uzaktan objektif bir gözle izleyen bizler de merakımıza engel olamadık.
Filmin konusunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Tek cümlelik bir konusu var: İsa'nın son günü. Cesur Yürek ile herkesin beğenisini kazanmış bir yönetmenin yeni filmi için çok daha farklı şeyler söylemek isterdik ama film bu kadar işte. Yahudiler İsa'yı yakalıyor, Roma valisine teslim ediyorlar. Sonra işkence görüyor ve çarmıha geriliyor. Başka hiç bir şey yok filmde. Kutsal metinlerdeki hikaye alınmış aynen perdeye aktarılmış. İşkence sahnelerinin son derece kanlı olması gibi bir durumdan bahsedilebilir tabii. Görsel açıdan da kusur bulmak gerçekten çok zor. Ayrıca filmin İsa'nın konuştuğu Aramice dilinde çekilmiş olması da takdir edilesi bir durum. Fakat anlatım açısından hiç bir şey yok. Hele öykü konusuna hiç girmeyelim. Modern dünyanın en muhafazakar kurumunun başı olan Papa'nın onayladığı bir filmin öyküsü bize nasıl bir yenilik, nasıl bir heyacan verebilir ki. Hele hele hristiyanlık hakkında farklı yorumlarda bulunan filmlere ve romanlara alıştıysak.
Bir de filme farklı bir pencereden bakalım. Mustafa Akad'ın çektiği Çağrı da aynı Tutku gibi dini bir filmdi. Hz. Muhammed'in hayatı ve İslamiyet'in gelişimi tarihi gerçeklere uygun olarak anlatılıyordu. Yani o öykü de yeni değildi, aynı zamanda bir çok din büyüğünden de onay almıştı. Fakat film kendisini çok güzel izlettiriyordu. Sadece inancı kuvvetli müslümanlar değil konudan bağımsız sinema seyircileri bile ilgiyle izleyebiliyordu Çağrı'yı. Peki Tutku öyle mi? Hayır!!! Film için söylenebilecek bir şey var ise o da sıkıcı olduğu. Yönetmen Mel Gibson gibi koyu Katolik olan Jim Cavaziel İsa komposizyonunda çok başarılı olmuş olabilir ya da şeytan tasviri de ürkütücü gelebilir bir çok kişiye. Ama başka hiç bir şey yok kayda değer. Sürekli olarak İsa'nın çektiği sıkıntıları izliyoruz.
Anlaşılan Mel Gibson herkesi kendisi gibi koyu katolik zannediyor. Ne büyük yanılgı. Oysa ki İskoç tarihinin derinliklerinde kaybolan William Wallace'ı yıllar sonra Cesur Yürek ile yine meşhur eden de aynı Mel Gibson'dı. Dünyanın en çok satan kitabının baş kahramanının son günü ekrana aktarırken de aynı yeteneğini kullanamaz mıydı? Sonuç olarak milyonlarca insanın İskoç halkıyla ilgisi yoktu ama William Wallace'in öyküsü herkesi heyecanlandırıyor ve ağlatıyordu.
Hikayesi dünya üzerinde milyarlarca insanı etkilemiş, tarihi bir kişiliğin ana karakter olduğu Tutku sadece koyu katolikleri etkileyecek gibi gözüküyor. Keşke Mel Gibson oturup Çağrı'yı izleseydi. İzleseydi de Muhammed'in öyküsünün, hem de ana karakterin hiç gözükmediği bir öykü, inanmayanları bile koltuğa nasıl çivilediğini görseydi.
Tutku ne yazık ki sinemasal açıdan bir değer taşımıyor. Bir çok kişinin defalarca izlediği bir filmin yönetmeninden çok daha parlak işler beklerdik açıkcası. Kendisi dini amerikan kanallarında, özel günlerde gösterilecek filmler çekmeyi tercih ediyor anlaşılan. Bakalım İşaretler ile başlayan ve şimdilik Tutku ile devam eden hidayete erme yolunu bundan sonra nasıl devam ettirecek Mel Gibson.