<b>Üçkağıtçılar</b>: Herkes Kandırılabilir!
Yazar: Orkan ŞancıGeçmişinde Blade Runner ve Gladyatör gibi üst düzey filmler barındıran İngilizlerin usta yönetmeni Ridley Scott, filmografisinde farklı bir noktaya oturan Üçkağıtçılar adlı kara komediyle karşımızda. Komedi sözcüğünün altını çizmek gerek zira Scott, mizaha en çok bu filmde yaklaşıyor. Tabii bu kara bir mizah. İçinde hüzün ve patoloji eksik olmuyor. Dahası filmde, heyecan ve duygusallık da var. Ustanın, dev bütçeli zor filmlerden sonra herkesin mütevazı bir proje olduğunda birleştiği Üçkağıtçılar’ı tercih etmesinde, tüm bu unsurları başarıyla harmanlayan senaryosunun çekiciliğinin rolü büyük olmalı. Planlarını yağlı boya tablo yapar gibi çekecek kadar büyük teknik beceriye sahip olmasının yanında usta, aynı zamanda çok iyi bir anlatıcı, malum. Üçkağıtçılar’ın öyküsü, onun daha çok bu yönünü kışkırtmış gibi.
Yağmur ve karanlıkla örülü kasvetli ortamlarına alıştığımız 66 yaşındaki Ridley Scott’ı, bol güneşli Los Angeles sokaklarında çekim yapacak hale getiren öykü gerçekten de sürprizlerle dolu. Üçkağıtçılar, usta bir anlatıcıya şiddetle ihtiyaç duyan, son derece zarif bir olay örgüsüne sahip. Scott, Eric Garcia’nın romanından Todd ve Nicholas Griffin kardeşlerin uyarladığı bu öyküyü, günümüzün zeki seyircisine sunabilmek için iyi bir fırsat yakalamış.
Roy, obsesif kompulsif kişiliğe sahip bir dolandırıcıdır. Agorafobisi olan ve ilaçlarını düzenli olmadığında temizlik hastalığı ve tikleri ağırlaşan Roy, işinde ise bu titizliği sayesinde son derece başarılı bir üçkağıtçıdır. Kişiliğinin tam zıttı olan ortağı Frank ile başarılı bir şekilde insanları kandırarak para kazanmaktadır. Bir gün, reçetesiz kullandığı ilaçlarını lavaboya düşüren Roy, zor durumda kalır ve hastalığı yeniden ağırlaşır. Ortağı Frank’ten numarasını aldığı bir psikiyatriste başvuran Roy, doktorun tavsiyesi üzerine doğduğundan beri yüzünü görmediği kızıyla tanışmaya karar verir. Sonra... Sonrasını filme gidip görmelisiniz. Zira, Scott’un da dediği gibi, senaryo sürprizlerle dolu ve konuyu anlatmayı burada bırakmak şart, inanın bana.
Scott, türü nedeniyle bu filmi tercih ederek şaşkınlık yaratmakla yetinmiyor, farklı biçimsel tercihleriyle de kendisini yakından takip edenlere heyecan veriyor. Film, aydınlık planlarla dolu demiştik. Scott’un bu tercihi, sadece hoş bir değişiklikten öteye geçip öyküye hizmet etmeye kadar varıyor. Agorafobisi olan Roy, yoğun güneş ışığı nedeniyle bazı sahnelerde gözünü kısmak zorunda kalıyor, tikleri artıyor, krize giriyor. Güneşi özleyen İngiliz (Scott) diğer yandan, ana karakterinin iç dünyasına yoğunlaşıp hızlı kurguyla, seyirciyi Roy’un psikozlarının içine çekiyor, yaşadığı sıkıntılara tanık ediyor.
Scott’un bu filmi bana, Picasso ve Dali’nin tablolarını hatırlatıyor. İki usta da, isteseler son derece 'düzgün' çizebilecekleri insan ve nesneleri, kendi tarzlarında resmederek ölümsüzleştiler. Üçkağıtçılar, Picasso ve Dali ayarında bir ustanın, karşısındaki konuyu bu kez düzgün çizmesine benziyor. Scott, üstte belirtiğimiz biçimsel tercihleriyle hem öyküye hizmet ediyor hem de minimalist bir yönetmenlik sergiliyor.
Biçimsel tercihlerin öyküye hizmet etmesi deyince, Roy’un 14 yaşındaki kızını oynayan 24 yaşındaki Alison Lohmann’a da değinmek gerek. Olduğundan 10 yaş küçük birini, minyon tipinin de yardımıyla başarıyla oynayan Lohmann, rastgele bir seçim değil. Filmi izleyince, bu rol için 10 yaş büyük birinin neden seçildiğini anlayacaksınız.
Oscar ödüllü oyuncu Nicolas Cage, yer yer Benden Bu Kadar’daki müthiş Jack Nicholson’u hatırlatan bir performans sergiliyor. Filmin özellikle ilk yarısında Roy, tüm seyircilerin kalbini kazanıyor. Ancak ikinci yarıda meydana gelen olaylar karşısında, seyirciyi eğlendirmeye pek vakit bulamıyor.
Obsesif kişilik Roy’a hayat vermesi için, dışavurumcu bir oyuncu olan Oscar ödüllü Nicolas Cage’in seçilmesi yerinde. Ortağı Frank rolünde de, yıldızı hızla parlayan genç oyuncu Sam Rockwell var. Yeşil Yol ile çıkış yapıp Tehlikeli Aklın İtirafları ile rüştünü ispatlayan Rockwell, gelecekte adından daha çok söz ettireceğe benzer. Ben son dönemde, kamera karşısında bu kadar rahat oynayan birine daha rastlamadım. Çok içgüdüsel, çok doğal.
Üçkağıtçılar, biraz da süprizli senaryosu yüzünden sınırlı şeyler vaat eden bir film görünümünde. Oysa yine o zarif senaryosu sayesinde, filmden çıktığınızda vaat edilenden fazlasını görmüş olmaktan memnuniyet duyuyorsunuz. Değişken olay örgüsü ve süprrizler karşısında, dolandırıcılar kralı Roy’un bile tökezlediği bir 'üçkağıtçılar filmi' bu. Hatta filmin sonunda aynı şey sizin de başınıza gelebilir. Ne dedik başta, herkes kandırılabilir!